‘Zafere iman etmiş olanlar azınlıktaydı’

MERT İNAN- Büyük Taarruz’un 100. yılında, destansı varoluş mücadelesine ilişkin birçok anı bulunuyor. Ancak bu anı ve notlar arasında, Atatürk’ün en yakınında bulunan gazeteci Falih Rıfkı Atay’ın kaleme aldıkları ise o dönem yaşananların anlaşılması açısından kritik önemde. Atay, Kurtuluş Savaşı anılarını içeren “Mustafa Kemal’in Mütareke Defteri” adlı eserinde, Büyük Taarruz’a ilişkin şunları aktarıyor:

“Her gün olduğu gibi, matbaada çalışıyoruz. Henüz Çatalca üstüne yürüyen Yunan fırkalarından endişe içindeyiz. Bir rivayete göre, eğer biz son teklifleri kabul etmezsek, Yunanlılar İstanbul’u alacaklar. Bütün ümit Fransız işgal ordusunun ve siyasetinin mukavemetine bağlıdır. Henüz Saray Babıali ve hepsinin fevkinde Kroker Otelinin saltanatı var. Rum ve Ermeni sansürlerinden geçirebilmek için yazılarımızı bin itina ile yazıyoruz.”

‘ORDU BİR KIŞ DAHA DAYANAMAZ’

FALİH RIFKI ATAY

Büyük Taarruz’un ne zaman yapılacağına ilişkin kimsenin bilgi sahibi olmadığını Atay şöyle aktarıyor: “Ankara yolcularından alışıldığı üzere hazırlık ve harp haberleri alıyoruz. Bu haberlere kendilerinin de inandığı yok. Hemen herkesin kafasına şu ‘fikr-i sabit’ yerleşiyor. Bu sonbaharda Ankara iyi kötü bir harekette bulunmazsa, kışın Anadolu’yu tutmak mümkün değildir. Ordunun siperler içinde bir kış daha geçirmeye tahammül edeceğinden şüphe ediyoruz. Zafer kelimesi ancak politika edebiyatının ağzında, salâhiyet sahibi zannettiklerimizin hemen hepsi bizim bir taarruz teşebbüsümüzün cinnet olduğu kanaatindedir. Sonra öğrendik ki, Ankara’da dahil vaziyet daha başka türlü değildi. Zafere iman etmiş olanlar orada da azınlık. Bir gözümüz Çatalca’da, bir gözümüz Londra’da. Siyasetin kararını bekliyoruz.”

TAARRUZ İKİ GÜN SONRA DUYULDU

Takvimler ancak 28 Ağustos’u gösterdiğinde Türk Ordusu’nun Afyon cephesinde Yunan hatlarına taarruz etiğini öğrenen Atay şunları yazıyor: “Ordumuz Afyonkarahisar cephesinde Yunan hatlarına taarruz etti. Yunan tebliği ise mütemadiyen muvaffakiyetsizliğimizden geri çekildiğimizden, bazı kariyerlerin birer müddet işgal ettiğimizden bahsediyor. Muvaffak olamazsak her şey bitti değil mi? Bu suale herkes ‘Evet!’ cevabını veriyor. Ya Mustafa Kemal Paşa, o nerede? Her halde taarruzu bir maksada veriliyor. Bazıları diyorlar ki ‘Meclisteki muhaliflerden o kadar bıktı ki herçebadâbat (ister istemez) harekete geçti.’ Bu herçebadâbat sözünü bu türlü yakıştıramıyoruz. Muhakkak bir bildiği, bir düşündüğü var. Fakat nedir? O esnada, onun beynindeki esrara vâkıf olmak için, canımızı vereceğiz.” 

‘MUSTAFA KEMAL PAŞA’YI ESİR ALDILAR’ YALANI YAYILDI

Atay’ın, 1 Eylül 1922 günü İstanbul’da yaşananlara ilişkin anlattıkları da oldukça çarpıcıdır:  “Eylül’ün biriydi, akşamüstü Ada’ya gidiyordum. Vapurda büyük bir Rum kalabalığı vardı. Eski üzüntü gitmiş, bir şeyler konuşuyorlar, gülüşüyorlar, bize garip bir tarzda bakıyorlardı. Merakla soruşturdum, acaba ani bir musibete mi uğramıştık? Arkadaşlarımdan biri, çeneleri kilitlenmiş, kulağıma eğilerek: ‘Güya bozulmuşuz Uşak’ta Mustafa Kemal Paşa’yı esir almışlar.’ O dakika nasıl ölmediğime hayret ediyorum. Geceyi kendini kaybeden bir ağır hasta gibi, hezeyan içinde geçirdim. Sabahleyin matbaaya can attık, kimimiz Hilâl-i Ahmer’e, kimimiz Beyoğlu’na koştuk. Şehirde büyük yağmurlardan evvelki boğucu hava vardı, teneffüs edemiyorduk. Hilal-i Ahmer Ankara’ya sordu. Akşama kadar heyecan ve ateş içinde dolaştık, durduk. Nihayet Hilâl-i Ahmer’e bir şifre geldiğini haber verdiler. Bu şifre âdeta Türk tarihinin anahtarı idi. Gittik, şu haberi okudular: ‘Yeni Yunan Başkumandanı General Trikopis Erkân-ı Harbiye Reisi, Levazım Reisi, 13. Fırka Kumandanı 2 Eylül akşamı Uşak civarında esir edilerek Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin karargâhlarına gönderilmiştir. Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Hazretleri esirlerine nezaketle muamele ederek yeni Başkumandanı mukadderatın bu cilvesinden dolayı teselli eylemiştir. Güya havadisi gizli tutacaktık, Ankara’nın tenbihi böyle idi. Mümkün olsa gazeteyi bir tarafa bırakıp münadi gibi sokaklarda bağırırdık. Susmak ve saklamak mümkün mü idi? Nihayet ‘Akşam’ gazetesinin matbaa pencerelerinden, sokakla çıldırmış gibi, saçlarını yolan, göğüslerini döven, yerlere yatarak çırpınan halka dağıttığımız nüshası ve bütün sayfayı dolduran klişe; ‘Elhamdülillah İzmir’e kavuştuk.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir