Yüzüm İrlanda’ya bakar, ruhum derine

Müjde Işıl – Oyunculuğun er meydanı tiyatro sahnesidir, derler. Benzer ama çok daha nadir rastladığımız durum, senaryo yazımı için de geçerlidir aslında. Tiyatro metni keskin ve derin olan kalemler bazen sinemaya da el atar ve sonuç muhteşem olur. Bunun en güncel örnekleri Kenneth Lonergan ve Martin McDonagh… Tiyatro metinleri ayrı muhteşem, sinemada yarattıkları karakter derinliği, çözümü basitmiş gibi görünen olayların yarattığı tahribatı perdede anlatışları ayrı… Az filme imza atarlar ama filmografisi şişkinlerden çok daha kalıcıdır. Martin McDonagh ülkemizde tiyatro açısından daha bilinen bir isim. “Leenane’in Güzellik Kraliçesi” ve “Yastık Adam” gibi oyunları sahnelerimize uyarlandı ne de olsa. Sadece sinemaya odaklananlar ise onu “In Bruges” ve “Three Billboards Outside Ebbing, Missouri” ile keşfedip kaleminin ustalığına şapka çıkardı. Ve geldik kendisinin yeni filmi “The Banshees of Inisherin”e…

Filmin senaryosunun temelinin aslında tiyatro metni olduğunu bilmek, McDonagh hayranlarını şaşırtmıyor. “Aran Adaları Üçlemesi”nin son oyunu “The Banshees of Inisherin”; “The Cripple of Inishmaan” ve “The Lieutenant of Inishmore”un ardından. “The Lieutenant of Inishmore” yani “Inishmorelu Yüzbaşı” ilk kez 2003’te Kenter Tiyatrosu’nda sahnelenmiş, yaklaşık 10 yıl sonra da İstanbul Devlet Tiyatrosu repertuvarına girmişti. Ada isimlerinden oluşan üçlemenin final metni olan “The Banshees of Inisherin/Inisherin’in Ölüm Perileri”, McDonagh tarzı her ayrıntıyı bünyesinde barındırıyor: İçinde fırtınalar kopan karakterler, basit görünen bir çıkış noktası, trajedinin ortasından yükselen mizah, aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık tarzı zorlu tercihler, gerçekten daha gerçek hissettiren kurmaca…

Uzak dur benden!

İrlanda ana karasına bakan bir adadayız. Pádraic, yakın arkadaşı Colm’un artık kendisiyle konuşmak istemediğini öğreniyor. Buradan nasıl bir hikâye çıkar, değil mi? Martin McDonagh yazıyorsa asıl hikâye tam da bu noktada başlar. Pádraic önce suçu kendinde arıyor. Çünkü kasabalının ve Colm’un gözünde saftirik, sıradan ve hâlinden memnun bir kişilik. McDonagh bizi, hangi karakterin haklı olduğu ya da çıkacağı belli olmayan bir bilinmezin ortasına koyuyor. Pádraic basit düşünen, huzuru sadelikte ve rutinde bulan biri. İyiliğe, kibarlığa inanıyor; kız kardeşi ve eşeği ile yaşamaktan, kimseye zararı dokunmadan hayatını sürdürmekten mutlu. Colm ise müzikle/sanatla uğraşmanın ‘bedeli’ olarak gelecekte hatırlanıp hatırlanmayacağını sorguluyor ve o noktada, kalan yaşamını Pádraic ile geyik muhabbeti yaparak değil, geleceğe kalacak bir şeyler üretmekle geçirmeyi ve kendisini düşürdüğünü hissettiği arkadaşından kopmayı tercih ediyor. Bu tercihini tebliğ edişi ve bu uğurda kendini ‘eksiltmeyi’ göze alması, onu tipik bir McDonagh karakteri yapıyor. McDonagh bu iki karakteri doğru-yanlış yargılaması yapmadan karşımıza koyuyor. Pádraic’in iyilik üzerine tiradı ve her zor durumda yardım eden Colm’un onu kendini uzaklaştırmak istemesinin temeli, ikisine de haklı mazeret sağlıyor.

Sinematografisi ve müziğiyle de öne çıkan filmin asıl vurucu kısmı ise kopan parmaklar değil, Pádraic’in masumiyetini kaybetmesi aslında. İyiliği ve basitliğin mutluluğunu özümsemiş bu karakterin Colm’u geri kazanmak için yaptığı hamle onu da diğerleriyle eşitliyor. Adanın budalası gözüyle bakılan Dominic’in deyimiyle, onu adadakilerle aynı kumaştan yapıyor. Bu noktadan sonra McDonagh, bitse de sonlanmayacak gibi görünen İrlanda İç Savaşı’nı uzaktan izleyen ve tıpkı savaş gibi içlerinde fırtına kopan bu iki karakterini bir nevi suç ortağı hâline getiriyor.

Kadınların nadiren göründüğü hikâyede Pádraic’in kız kardeşi Siobhán, egosantrik erkekler dünyasındaki akıl ve sağduyuyu temsil ediyor. Hem abisiyle hem de Colm’la yaptığı konuşmalar, sürekli kitap okuyan bu karakterin ahlak ve zekâda herkesten ne kadar ileride olduğunu gösteriyor. Colm’un “Beni düşürüyorsun Pádraic” şikâyetinin aslında tüm adanın aşağı çektiği Siobhán için geçerli olduğunu anlatıyor McDonagh. Kadın karakterin bu hikâyenin kalbi olduğunu yavaş yavaş betimliyor usta kalem. Filmin, taşranın insanı yutması teması ise bizim sinemamızın (mesela yakın tarihli “Kurak Günler” ve “Karanlık Gece” gibi) bam teline de dokunuyor ironik şekilde.

“The Banshees of Inisherin” tam dokuz dalda Oscar adayı. Altın Küre’den En İyi Film, En İyi Senaryo ve Erkek Oyuncu Ödülleri (Colin Farrell) var cebinde. “In Bruges”dan sonra yeniden bir araya gelen Colin Farrell ve Brendan Gleeson, yardımcı rollerde Kerry Condon ve Barry Keoghan muhteşem. İyi metnin iyi oyunculukla buluşmasının Oscar’da nasıl sonuç vereceğini göreceğiz. Martin McDonagh’ın En İyi Orijinal Senaryo Oscar’ını kucaklayacağı kesin gibi. Oyunculuklarda her ne kadar baskın görünse de Oscar yarışında güçlü rakipleri var filmin. Ama şimdiden Barry Keoghan’a En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ını takdim ettik gönlümüzden…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir