‘We charge genocide’  (Soykırımla suçluyoruz)

Bizim kuşak, Yahudi Soykırımı (Holokost) hikayelerini gazetelerden değil, daha çok Adolf Eichmann’ın 1961’deki yargılanması sırasında ortaya dökülen Nazi belgelerinden öğrendi. Eichmann, 1942’de katıldığı ve Hitler’in “500 yıldır Avrupa’da devam eden Yahudi Meselesi’ne nihai çözüm” formülünü hayata geçiren ekibin liderlerinden biriydi. Kısaca Holokost denen, sadece Almanya’nın değil fakat hemen hemen bütün Avrupa ülkelerinin payı bulunan Yahudi Soykırımın planlayıcısı, toplama kamplarının tasarımından, gaz odalarının ve insan yakma fırınlarının inşaatına kadar her alanda çalışan Eichmann, savaşın sonunda ABD askerlerince yakalandı, ancak nasıl olduysa (!) kaçmayı başardı. 1950’ye kadar Almanya’da gizlendi, sonra Arjantin’e gitti. Mossad’ın Şin Bet şubesi tarafından 10 yıl sonra izi bulundu, 1961’de İsrail’e getirilerek yargılandı ve asılarak idam edildi. 

Eichmann’ın duruşması, TV’nin geliştiği yıllara rastladı ve dünya çapında izlendi; kitaplara konu oldu. (Hannah Arendt’in, kitabında, Nazi’lerin eylemlerinin Avrupa tarafından nasıl desteklendiğini tanımlarken kullandığı “kötülüğün sıradanlığı” terimi hiç unutulmamalıdır.) 

Ve insanlık, bir etnik veya dini gruba karşı topluca nefret duygusunun kendisini nerelere götürebildiğini bu vesileyle gördü. 6 milyon Musevinin gaz odalarında boğularak fırınlarda yakılmasına, ilk çağlarda inanılan tanrılara sunulan kurbanların yakılması adetine verilen isim olan “Holokost” kelimesinin, neden bu Avrupa çapındaki vahşete uygun bulunduğuna aklım hiç ermemiştir. Ama insanlık Holokost vesilesiyle kendisiyle yüzleşmiş oldu 

Şimdi, bu vahşetin bir tür bedeli, ödeşme akçesi, sus payı olarak Avrupalı Musevilere İngiltere tarafından armağan edilen, Osmanlı topraklarında başka bir soykırımının vücut bulduğunu görüyoruz. Tüm İsraillileri suçlamak aklımdan geçmez; ama görünen o ki, Siyon’u, bir vatana kavuşma ülküsü diye değil de, bir yeri vatan bellemiş milyonları öldürmek, sürmek ve mülksüzleştirmek olarak algılayan bir avuç Siyonist’in elindeki İsrail siyaseti, büyükbabalarının büyükannelerinin başına gelenden zerrece ders almamış. Belki de “Biz Holokost kurbanlarının torunlarıyız; bizim her şeye hakkımız var!” diye düşünüyorlar. 

Nasıl ki Avrupa’daki trajedi, bir avuç insanın şu ya da bu sebeple Yahudilere karşı beslediği nefret duygusundan kaynaklandıysa, Siyonistlerin, kendilerine vatan olarak sunulan Filistin’deki Araplardan, Filistin’deki herkesten, Filistinlilerden nefreti, 75 yıldır süren bir etnik temizlik, sürgün, cinayet ve Gazze’de 10 bini bebek 30 bin kişinin katliamına kadar geldi. 

İsrailli siyasetçiler, birbirinden nefret eden her kabilenin ötekini soykırımı ile suçladığı bu modern zamanlarda, bu korkunç kelimenin bayağı ucuzlamış olmasına ve uluslararası anlaşmaların soykırımını kanıtlamayı gerçekten zorlaştırmış bulunmasına güvenerek, Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nda hakkında açılan soykırımı davasından yakayı kolay kurtaracakları kanısındalar. 

Güney Afrika Cumhuriyeti’nin verdiği dava dilekçesi “We charge genocide” (Soykırımla suçluyoruz) diye başlıyor. Netanyahu bu dilekçenin “bir kan davası” olduğunu söyleyerek kendisini kurtaracağını sanıyor. Oysa soykırımı, sadece bir halkı toptan gaz odalarına doldurmak değil; klasik savaş suçlarından sürgüne ve mülksüzleştirmeye kadar bir çok devlet uygulamasını kapsıyor. İsrail’in 90 gündür yaptıkları, siyasetçilerinin söyledikleri sözler, İsrail’i suçlu sandalyesine oturtmaya ve Netanyahu ve bakanlarını Bosnalı Sırp kasapların yanındaki hücrelere tıkmaya yeter. 

Not: Pazartesi, İsrail’in ulusal gelirini, 127 milyar dolar olarak yazdım; 431 milyar olacaktı. Özür dilerim. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir