Aslı Didari [email protected] Hepimiz zaman zaman denk gelmişizdir. Bir ülke çıkar ve Türkiye’ye özgü bir yiyecek, bir tat, bir geleneğin kendisine ait olduğunu savunur. Hatta tartışmalar yaşanır. Böyle bir durumda uğradığımız haksızlık duygusu, tarif edilemez bir can sıkıntısına dönüşür ve boğazınızda bir düğüm olarak kalır. Sınırları birbirine yakın başka coğrafyalarda da yaşanır mı bilinmez ama aynı iklim ve ortak geçmiş bazen işte böyle iç içe geçer. Size özgü olanı kendisine mal etmeye çalışanın karşısında kalakalırsınız. Mesela neden mi söz ediyoruz… İlk aklımıza gelen örneklerden Yunanistan’ın baklavayı, cacığı, kahveyi, lokumu, pilakiyi, yoğurdu, dolmayı, böreği, kebabı ve hatta Karagöz Hacivat’ı bizden almaya çalışmasından. Gaziantep Sanayi Odası’nın (GSO), baklavayı Avrupa ülkelerinde de koruma altına almak üzere yaptığı tescil başvurusu, AB Komisyonu tarafından kabul edildi. Ancak buna rağmen Avrupa’da baklava, üzerinde “Yunan Geleneksel Tatlısı” ibaresi yazılı olarak satılıyor. Osmanlı Döneminde Evliya Çelebi’nin seyahatnamelerinden, saray mutfağına giren çıkan ürünlerin tek tek yazıldığı defterlerden, esnaf teşkilatı olan Ahi’lerin tuttuğu futuvetnamelerden ilk önce hangi ürünün bizim tarafımızdan daha önce kullanıldığı belli. Üstelik o dönemde özellikle saraydaki “Bavlava Alayı” başta olmak üzere yapılan minyatürler de bu konuda bize yol gösteriyor. UNESCO, gölge oyunu Hacivat ile Karagöz’ü “Türklerin kültürel mirası” olarak tescilledi. Yunan medyası ise karara “Karagöz’ü Türkleştirdiler.” ve “Karagöz’e Türk pasaportu verdiler.” yorumunda bulunarak UNESCO’ya tepki gösterdi. Ama Yunanistan bunlarla yetinmiyor ve kıyılarımızda çıkan balıkları kendi sularında yakalamış gibi pazarlıyor. Yunanistan’da deniz balığından çok havuz balığı yetiştiriciliği yapıldığı biliniyor. Bizim kıyılarımızdan ihracat yoluyla giden balıkları da kendisine mal etmesi ile tanınıyor. Biz ihracat yapıyoruz. Bizim ihracat yapığımız ülkeler de ürünlerimizi kendi ambalajlarına koyarak kendi ürünleriymiş gibi pazarlıyor. Bu da bir başka kendisine mal etme olayı olarak karşımıza çıkıyor. İspanya ve İtalya, bizden aldığı zeytinyağını, kendi ürünü olarak dünyaya tekrar pazarlıyor. Aslında bu tam bir sahip çıkma meselesi değil ticari bir hamle ama zeytinyağının ana kaynağını anmadan direkt kendi ülkelerinin isimlerinin geçirilmesi bize pek de etik gelmiyor. Hollanda’nın 400 yıl önce laleyi ilk bizde görüp, sonra alıp kendi topraklarında yetiştirmeleri de böyle kendisine mal etme olayının başka bir örneği. Roma Cermen İmparatoru I. Ferdinand’ın İstanbul’a gönderdiği Hollanda kökenli büyükelçi Ogier Ghislain de Busbecq, sultanın hediyesi lalenin soğanını Viyana’ya saraya getiriyor ve saray bahçıvanı Carolus Clusius’a veriyor. O tarihten itibaren Hollanda lalenin merkezi oluyor ve tüm dünyaya lale soğanı ihraç etmeye başlıyor. Hollandalıların ticarette bilinen ilk borsayı lale soğanı üzerine kuruyor ve bir lale soğanının bir ev fiyatına açık artırmada satıldığı dönemlerden sonra 1637’de lale pazarı çöküyor. Lale pazarının çökmesi kapitalizmin ilk spekülasyon balonu olarak ekonomi tarihine geçiyor.
Hollanda, laleyi bizden aldığını inkar etmiyor ama çok kuvvetli bir şekilde sahip çıktıkları için artık lale onların adı ile birlikte anılıyor. Günümüzde ülkelerinde uçsuz bucaksız lale bahçeleri ve hatta lale müzesi bile var. Tabii laleyi bizden aldıktan sonra kaderlerini değiştiren bir simgeye dönüştürdükleri için Hollanda’a şapka çıkartmamak da elde değil. İsveç köftesini hepimiz biliriz. Bizim köftemizden alınan ama İsveç’in kendi damak zevkleri ile yoğurdukları bir ürün o da. Ancak yakın zaman önce tüm dünyanın tanıdığı bu tat için bir mesaj yayınlayarak hakkımızı teslim ettiler. İsveç Devleti’nin resmi Twitter hesabındaki paylaşımda ülkenin dünyaca ünlü köftesinin tarifinin Türk mutfağına dayandığı itirafında bulunuldu. Twitter hesabı “Sweden.se”den yapılan paylaşımda, köfte fotoğrafı kullanılarak, ”İsveç köfteleri, aslında Kral 12. Karl’ın Türkiye’den eve getirdiği tarife dayanıyor. Gerçeklere bağlı kalalım.” ifadeleri kullanıldı. Rusya’ya karşı savaş kaybeden İsveç Kralı 12. Karl’ın, Osmanlı topraklarına sığınarak 5 yıla yakın Moldova’nın Bender kentinde yaşadığı, daha sonra ülkesine dönmeye karar veren kral yanında köfte, kahve ve lahana dolması getirdiği biliniyor. Lahmacun ve döneri özellikle Avrupa’nın her köşesinde görmek mümkün ama onlar Türk vatandaşlarının iş yerlerinde satılıyor. Bulundukları ülkenin vatandaşları tarafından da tercih edilen lahmacun ve dönerin Türklerin damak tadı olduğu biliniyor. Bu süreçte Ermenilerden UNESCO’ya yaptığı lavaş çıkartması ile lahmacunu kendilerine mal etme hamlesi geldi. UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi’nde 2016’da İnce Ekmek Yapımı ve Paylaşımı Geleneği olarak tanımlanan “Lavaş, Katrıma, Jupka, Yufka” Azerbaycan, İran, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye ile ortak dosya olarak kabul gördü. Bugün icin Avrupa’da lahmacun bizim adımızla mı anılacak yoksa yıllar yıllar geçince onları da başka ülkelere mi kaptıracağız, işte bu soru zihinleri şimdiden kurcalıyor. İngilizler, dönerin ilk kez Doncaster’da bir kasap tarafından üretildiğini iddiası ile bir kampanya başlattı. Hatta Doncaster sakinleri “Döner Birliği” kurdu. Ayrıca Avrupa Birliği’nden (AB) isim hakkı almak için adım attı. Ülkemizin değerlerinin başka ülkelerce sahiplenilmemesi için ne yapılması gerekiyor? Cevap: “Coğrafi İşaret.” Bu etiket elimizi güçlendireceği için tüm değerlerimize Coğrafi İşaret almamız gerekliliği ortaya çıkıyor. Coğrafi işaret, ürünlerin bizim topraklarımızdan doğduğuna bir kanıt ama kanun, “sınai mülkiyet hakları koruması dünyanın her yerinde tescil gerçekleştirilen ülkede geçerlidir” diyor. Yani bu bağlamda, sınai mülkiyet hakları kapsamında olan coğrafi işaretlerin ülkemizde gerçekleştirilen tescilleri de yalnızca Türkiye sınırları içinde geçerli olabiliyor. Farklı ülkelerde koruma elde etmek için ya o ülkelerin mevzuatı çerçevesinde tescil başvurusunda bulunmak ya da uluslararası koruma sağlayan sistemler kapsamında başvuru yapmak gerekiyor. Avrupa Komisyonu’na da sadece tarım ürünleri ve gıda maddeleri ile ilgili coğrafi işaretler için başvuru yapılabildiğini hatırlatmakta yarar var.
Hollanda, laleyi bizden aldığını inkar etmiyor ama çok kuvvetli bir şekilde sahip çıktıkları için artık lale onların adı ile birlikte anılıyor. Günümüzde ülkelerinde uçsuz bucaksız lale bahçeleri ve hatta lale müzesi bile var. Tabii laleyi bizden aldıktan sonra kaderlerini değiştiren bir simgeye dönüştürdükleri için Hollanda’a şapka çıkartmamak da elde değil. İsveç köftesini hepimiz biliriz. Bizim köftemizden alınan ama İsveç’in kendi damak zevkleri ile yoğurdukları bir ürün o da. Ancak yakın zaman önce tüm dünyanın tanıdığı bu tat için bir mesaj yayınlayarak hakkımızı teslim ettiler. İsveç Devleti’nin resmi Twitter hesabındaki paylaşımda ülkenin dünyaca ünlü köftesinin tarifinin Türk mutfağına dayandığı itirafında bulunuldu. Twitter hesabı “Sweden.se”den yapılan paylaşımda, köfte fotoğrafı kullanılarak, ”İsveç köfteleri, aslında Kral 12. Karl’ın Türkiye’den eve getirdiği tarife dayanıyor. Gerçeklere bağlı kalalım.” ifadeleri kullanıldı. Rusya’ya karşı savaş kaybeden İsveç Kralı 12. Karl’ın, Osmanlı topraklarına sığınarak 5 yıla yakın Moldova’nın Bender kentinde yaşadığı, daha sonra ülkesine dönmeye karar veren kral yanında köfte, kahve ve lahana dolması getirdiği biliniyor. Lahmacun ve döneri özellikle Avrupa’nın her köşesinde görmek mümkün ama onlar Türk vatandaşlarının iş yerlerinde satılıyor. Bulundukları ülkenin vatandaşları tarafından da tercih edilen lahmacun ve dönerin Türklerin damak tadı olduğu biliniyor. Bu süreçte Ermenilerden UNESCO’ya yaptığı lavaş çıkartması ile lahmacunu kendilerine mal etme hamlesi geldi. UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi’nde 2016’da İnce Ekmek Yapımı ve Paylaşımı Geleneği olarak tanımlanan “Lavaş, Katrıma, Jupka, Yufka” Azerbaycan, İran, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye ile ortak dosya olarak kabul gördü. Bugün icin Avrupa’da lahmacun bizim adımızla mı anılacak yoksa yıllar yıllar geçince onları da başka ülkelere mi kaptıracağız, işte bu soru zihinleri şimdiden kurcalıyor. İngilizler, dönerin ilk kez Doncaster’da bir kasap tarafından üretildiğini iddiası ile bir kampanya başlattı. Hatta Doncaster sakinleri “Döner Birliği” kurdu. Ayrıca Avrupa Birliği’nden (AB) isim hakkı almak için adım attı. Ülkemizin değerlerinin başka ülkelerce sahiplenilmemesi için ne yapılması gerekiyor? Cevap: “Coğrafi İşaret.” Bu etiket elimizi güçlendireceği için tüm değerlerimize Coğrafi İşaret almamız gerekliliği ortaya çıkıyor. Coğrafi işaret, ürünlerin bizim topraklarımızdan doğduğuna bir kanıt ama kanun, “sınai mülkiyet hakları koruması dünyanın her yerinde tescil gerçekleştirilen ülkede geçerlidir” diyor. Yani bu bağlamda, sınai mülkiyet hakları kapsamında olan coğrafi işaretlerin ülkemizde gerçekleştirilen tescilleri de yalnızca Türkiye sınırları içinde geçerli olabiliyor. Farklı ülkelerde koruma elde etmek için ya o ülkelerin mevzuatı çerçevesinde tescil başvurusunda bulunmak ya da uluslararası koruma sağlayan sistemler kapsamında başvuru yapmak gerekiyor. Avrupa Komisyonu’na da sadece tarım ürünleri ve gıda maddeleri ile ilgili coğrafi işaretler için başvuru yapılabildiğini hatırlatmakta yarar var.