Evrim Altuğ- Antalya Muratpaşa’da hizmet veren Antalya Kültür Sanat (AKS), 20 Ağustos tarihine değin “Yaşamı ve Yapıtlarıyla Habip Aydoğdu”yu ağırlıyor. Küratörlüğünü Elif Aydoğdu Aytekin’in üstlendiği etkinlik, Gülay Şahin’in proje yönetimi, altı kişilik bir fotoğrafçı kadrosu ve kadrodan Özgür Aydoğdu’nun etkileşimli iPad uygulamasına eşlik eden “2023 Karalamalar Güncel Notlar”ıyla bütünleşirken yarım asırlık kariyeriyle dikkat çeken Aydoğdu’nun fotoğrafçı ve video sanatçısı Serhat Özdemir tarafından çekilen pandemi dönemi kısa filmi de sergiye ayrı bir boyut getiriyor. Bu film gibi sergide bulunan pek çok yaşam öyküsel ve sanatsal unsur, QR kod okuma tekniği ile izleyenlere detaylı bir şekilde ulaştırılıyor. Yukarıdan aşağı gezilen üç katlı sergi, ilk katında yer alan sanatçının erken dönem yapıtları, öz yaşam öyküsel belge ve fotoğrafları ile üçüncü katındaki pandemi ve depreme dair tepkisel soyut çalışmalarıyla dikkat çekiyor. Sergide ilk dönem eserleri üçüncü katta “Yaşam Kavgası” başlığı ile öne çıkarken Aydoğdu’nun “Zamanın Ruhu” ismiyle 1989-2015 arası ürettiği eserlerin yer aldığı ikinci salonun ardından izleyiciler “Umut” temalı üçüncü salonda 2016-2023 arasına tarihlenen yapıtları deneyimleme fırsatı buluyor.
‘Bereketli çelişki’
Aydoğdu’nun sanatında hakikat, sanatının sürekli kovaladığı bir sevdayı andırıyor. Yankının, yansımanın yoğunluğu nedeniyle gerçeğin aslında ne kadar biricik, mahrem olduğunu dönemleriyle ispatlayan sanatçı bu konuda çabaladığı sürece tıpkı bağlamasıyla yurdu arşınlayan bir ozan gibi katmerli eserler, ayrı müzikler, besteler ortaya koyuyor; bunu bize iade ediyor. Öznel hakikat ile somut dışavurumculuğa kıyamayan bir nevi ‘bereketli çelişki’ hâli yaşayan sanatçı resimlerine yurt edindiği ‘espas’ın kendisi için ne ifade ettiğini şöyle aktarıyor: “Hepimiz aslında bir gerçeği arıyoruz. Herkesin hakikati ayrı ama bulamayacağımızı bildiğimiz hâlde benim gibi kovalıyoruz. Herkesin yoğurt yiyişi ayrı. Garip bir gerçeği arama hâli bu. Belki de gerçek yok. İlk başta sergide yukarıdan aşağı izlediğin zaman ne badireler atlattığımı, ne tuzaklara düştüğümü, ne çukurlara girdiğimi, bazen olumlu iken o yollardan nasıl saptığımı, o gittiğim bütün yollardaki izleri, hepsini görüyorsun. Bazen belli dönemler daha naif geliyor. Bugün en dışavurumcu, çağdaş hâlimde bile o naifliği hissediyorum. ‘Bereketli çelişki’ tabiri hoşuma gitti. Bazen moralim bozuluyor ama elimde değil. Deprem, korona tüm dünyayı etkiliyor. Sevdiğin birini kazanıyorsun; kaybediyorsun ya da çok heyecanlandığın bir etkinlik oluyor ve güncelerine giriyor. O dönüşümün ipuçlarını aslında hep görüyorsun.” Bir bakıma hem söz hem beste için çalışan bir Anadolu ozanı gibi davranan Aydoğdu’nun eserlerinde yöresellik ile sahne ve dekor tasarımı aynı zamanda seziliyor: “Arınmaya çalışıyorum ama arınmaya çalışırken bir yoğunluğu kendi içimde yaşadığımı biliyorum. Bazen elimde değil niye yazıyorum diyorum ama, bunu ben artık bir yazı olarak da görmüyorum. Bazıları okunuyor, bazıları okunmuyor. Hep resimsel bir günce olsun istiyorum”.
İnsanın büyük iç devrimi
Sanatçı, günümüzde soyutlamaya niçin bu kadar ihtiyaç duyulduğuna ise şu yorumu getiriyor: “Dünya bugün İkinci Dünya Savaşı’ndakinden de kötü ama bazılarına göre çok iyi. Dünya çelişkilerin yoğunlaştığı, gelirin yüzde 80’’ini yüzde 20’nin yediği bir toplumda ahlaksızlığın, dinin, birçok kültürel değerlerin sapkınca kullanıldığı bir ortamda ister istemez soyutlamaya gidiliyor. Soyutlama aslında bana göre belki de insanın en büyük iç devrimi. Burada onun mahremiyetini de verebiliyorsun. Günümüz koşullarında kullandığın makine en iyi fotoğrafı da çekiyor. Artık her tarafta her türlüsünü yakalayabiliyorsun. Hayata artık bir başka bakmak gerekiyor. İşin ruhuna, bilinçaltına girmek gerekiyor. Elbette görüneni de yapacaksın ama zaten görüyorsun. Sanatın da biraz oralarda olması lazım. Şiirde de resimde de müzikte de böyle olması gerek. Bence hayata soyutlamacı bakmadan, sahici dokunabilmenin bir yolu yok”.
Resim bir enerji olayı
Aydoğdu, eserlerindeki olumlu ve olumsuz hissiyat dengesi için “Umut acılarımızdan da çilelerimizden de çok olmalı. Bu hayata katlanmanın en iyi yolu, ironi ve bitmemişlik. Bazen işlerim bana ‘çok usta’ geliyor ama ona rağmen gözümü kapamaya, sol elimi kullanmaya çalışıyorum. Bu, esere başka bir kat katıyor. Yıkıyorum, dayanan renkler, dayanmayanlarıyla, diyorum ya ben bu işin çilesini seviyorum. Şimdi akılla yapılan, hesaplı kitaplı çok resimler var. Onlar bana seslenmiyor. ‘Akıllı delilik’ diye bir şey var ya: Tahtadan bir eksiklik, resimde de olacak. Kaybetmeyi göze almazsan bir şey çıkmaz ki. Buradaki işlerin hepsi bir başkasına göre bitmemiş işlerdir. Bunun verdiği bir enerji ve davet vardır. Resim aslına bakılırsa bir enerji olayıdır.”