“Sûrnâme-i Vehbî”, geçmiş dönemi günümüze aktaran çok önemli bir kaynaktır. Levnî’nin usta kalemden çıkan minyatürler yüz yıllar sonra o dönemi daha iyi anlamamıza neden olacak görüntüler içermektedir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde yalnızca savaş yapılmamış, halkın eğlenmesi için pek çok özgün gösteri de düzenlenmiştir.
13 Ocak 2024 tarihli yazımda “Sûrnâme-i Hümayun”dan bahsetmiştim, bu kez de ondan 138 sene sonra minyatürlü yazma şeklinde oluşturulan bir diğer sûrnâmeden bahsetmek istedim. Geleceğe öncülük edecek şenlik düzeni için faydalanılması gereken bir eser olduğunu düşünmekteyim.
1720 yılında yapılan sünnet düğünü
1720 yılında Sultan III. Ahmed’in oğulları Şehzade Süleyman, Şehzade Mehmed, Şehzade Mustafa ve Şehzade Bayezid’in sünnet düğünlerinin yapımına karar verilir. Bu dört şehzade ile birlikte Sadrazam İbrahim Paşa’nın oğlu Mehmed Bey’in de sünnet edilmesine izin verilir. Bu görevi üstlenmesi için Sûr Eminliği’ne, 27 Temmuz 1720 günü Matbah-ı Âmire Emini Hacı Halil Efendi tayin edilir. Hacı Halil Efendi, imam Mehmed Efendi’yi “Sûrnâme”yi yazmakla görevlendirir. Kethüdâ Mehmed Ağa herkesin üzerinde âmir olarak atanır. İbrahim Efendi ise sûr kâtibi olarak görevlendirilir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde bunun gibi düğün ve şenliklerin yazımının yanı sıra dönemin önde gelen nakkaşları tarafından görsel olarak tespit edildikleri de bilinmektedir. İmam Mehmed Efendi, resmî kayıtları tutacak ve “Sûrnâme”yi yazacaktır, ancak devrin kalem erbabı da böylesi bir şenliği kayda geçirmek ister. XVIII. yüzyılın divan sahibi şairlerinden Seyyid Vehbî adıyla bilinen ünlü şair de bu şenliği anlatmak ister. Eski nesrin anlatımı olağanüstü güçlü, biçim özellikleri eşsiz güzellikteki “Sûrnâme” isimli düz yazı Seyyid Vehbî’nin eseridir. Dönemin nakkaşbaşı Levnî tarafından resimlendirilen bu eşsiz eseri gündeme getirmek istedim.
İstanbul kütüphanelerinde yirmiden fazla nüshası olan bu eserin yedi tanesi Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunur. Bu eserlerin ikisi Sultan III. Ahmed’e sunulmak üzere minyatürlerle zenginleştirilmiştir. Kütüphanenin Sultan III. Ahmed bölümünde bulunan 3593 envanter numaralı nüsha, Levnî’nin çizdiği 137 adet minyatürü içermektedir. 3594 envanter numaralı nüshada bulunan 140 adet minyatürün ise saray nakkaşhanesindeki diğer nakkaşlar tarafından yapılmış olabileceği düşünülmektedir. Türk minyatür sanatının büyük ustalarından biri olan Levnî, Edirne’de dünyaya gelir. Asıl adı Abdülcelil Çelebi olup Levnî (levn / renk) mesleğinden kaynaklanan lakabıdır. Saray nakkaşhanesinde eğitim aldıktan sonra mesleğinde ustalaşır ve Sultan II. Mustafa döneminde nakkaşbaşılığa yükselir.
Levnî, Osmanlı İmparatorluğu sanat ve kültür dünyasının yeni bir gelişme gösterdiği Lale Devri’nde büyük başarılar ortaya koymuş olup minyatür alanına buketler, köşeler ve kenar suları gibi yeni süsleme elemanları ile katkıda bulunmuştur. Levnî’nin minyatürlerinde klasik düzen anlayışının değiştiği, alışılmış minyatür perspektifi yerine, derinlik eğilimi bulunduğu görülür. Figürlerde kişilerin yüz anlatımlarıyla, vücut hareketlerine doğal kıvraklık kazandırması ve dikkati belli bir noktaya toplamak yerine bütün yüzeye yaymayı başaran kompozisyonlar tasarlaması, resimlerinin kolay algılanmasını sağlar.
Levnî minyatürleri
İlk minyatürde insan figürü yer almaz, ikinci minyatürde ise iki sırık arasına gerilen ip üstünde muhtemelen gösteri öncesi hazırlık yapan iki cambaz görülmektedir. Etrafı perde ile kapatılmış hünkâr ve sadrazam çadırları, onların etrafına kurulan diğer çadırlar ile daha sonra yapılacak gösteriler için hazırlanmış direk ve tekerlekli kale maketi görülmektedir.
Üçüncü ve dördüncü minyatürlerde etrafı perde ile kapatılmış bir grup çadır, geri planda Okmeydanı Tekkesi yer almaktadır. Bu minyatür pek çok ilginç özellik ihtiva etmekle birlikte önemli bir detayı da içermektedir. Perde ile çevrili çadır alanında, üstüne kubbe benzeri koyu kırmızı örtü takılan kule dikkat çekicidir. “Adalet Kulesi” adı verilen kulelerin bu tür gösteriler için de olsa otağın kurulduğu her yerde olmazsa olmaz birer simge olduğu anlaşılmaktadır. Yazılı metinlerde pek belirtilmeyen bu detayın görsel olarak sunulması çizili belgelerin de ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Okmeydanı’nda Otağı Hümayun
Birinci güne ait olan altıncı minyatürde Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’nın etrafındaki görevlilerle birlikte Okmeydanı’na gelişi gösterilmektedir. Çadırların girişinde onu şeyhülislam ve kubbe vezirleri karşılamaktadır. Bu minyatürde de Okçular Tekkesi ve Okmeydanı minberi seçilmektedir. Yakın plan bir görünüm olan bu minyatürdeki çadırlar, özellikle hünkâr çadırı ve diğer çadırları çevreleyen perdeler muhteşemdir. Aynı şekilde Adalet Kulesi de tüm görkemiyle bu minyatürde kendine yer bulmuştur. Birinci güne ait minyatürlerden gece eğlencelerine ve gösterilerine ait minyatürler de olağanüstüdür. Yıldızlarla süslü bir göğün altında yapılan gösteriler sırasındaki ışık oyunları ve onları seyreden kalabalık…
Kızlarağası Okmeydanı’nda
İkinci gün gösterilerinin devam ettiği bu eğlenceleri, çadırının önünde oturan Kızlarağası’nın da seyrettiği anlaşılmaktadır. Sahnelenen oyun, devenin sırtına oturmuş iki kişinin bıçaklar ile yaptığı bir gösteridir.
Haliç’te gösteriler
Yedinci gün şenliklerin merkezinin Haliç’e kaydığı anlaşılmaktadır. Tersane Sarayı’nın Yalı Köşkü’nde oturan padişah ve şehzadeler de bu gösterileri izlemektedir. Yan yana iki sayfadan oluşan bu sahnede, iki teknenin direkleri arasında gerilen ipler üzerinde gösteri yapan dört kişi ile inanılması zor bir sahne yer almaktadır. Teknelerin direkleri arasına gerilen bir diğer ipte içinde kadın oturan tek atlı araba görülmektedir. Levnî’nin olayları resmedişindeki gerçeklilik göz önüne alındığında bu sahnenin de gerçek olması gerekir. Ancak bir atın böylesi hüner göstermesinin mümkün olmayacağı göz önüne alındığında, bunun bir maket olduğunu kabul etmek gerekir. Seyyid Vehbî bu olayı “… eski mimar İbrahim’in mühendisçe yaradılışının buluşuyla gerçekleştirilen bir gösteri idi… İplerin birinin üzerinde de aslına uygun, kırmızı çuha kaplı, yeşil tekerlekli, kula beygirli ‘talika’ denilen bir araba yapılmıştı. İçinde feraceli, yaşmaklı, ayna yelpazeli, yarım yanaklı insan benzeri biçim, görünen yan çehresi güneşe benzer bir parlak yüzlü yapma cisim seyredenlere yüzünü göstererek…” sözleri ile anlatır.
Haliç’te gece gösterileri
Daha sonra eğlencelere gece gündüz Okmeydanı’nda devam edilir. Sekizinci gün padişahın ve şehzadelerin Tersane Sarayı Yalı Köşkü’nden seyrettikleri bir gece eğlencesinde ise iki büyük salın birinin üzerinde savaş, diğerinde ise köçeklerin oyun gösterisi sergilenir. Bu minyatürlerin pek çok sahnesinde kullanılan “Mührü Süleyman” figürü de ilgi çekicidir. Özellikle aydınlatma kandillerinde kullanılan bu figür bazen de çadırların üzerinde görülmektedir. Yazılı metinde de sıklıkla belirtildiği gibi hemen her gün şehirde ve eğlence alanlarında Eski Saray’da hazırlanan nahiller dolaştırılmış ve halka şeker dağıtılmıştır.
“Sûrnâme-i Vehbî” tarihimizin eğlenceli günlerini yansıtan, geçmiş dönemi günümüze aktaran çok önemli bir kaynaktır. Levnî’nin usta kalemi yüz yıllar sonra o günleri daha iyi anlamamıza neden olacak görüntüler içermektedir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde çoğunluğun sandığı gibi yalnızca savaş yapılmamış, halkın eğlenmesi için bu gibi pek çok özgün gösteri de düzenlenmiştir.
Günümüzde yalnızca bu şehirde yaşayanların değil, İstanbul’u ziyaret eden yabancı misafirlerin de benzeri şenliklere ihtiyacı var. Ülkemizin çoğu kentinde abuk sabuk kavun, karpuz festivalleri yaparız da niçin yüz yıllar boyunca yaptığımız böylesi şenlikler düzenlemeyiz? Şehir içinde büyük caddelerde ve meydanlarda dolaştırılan nahillerin gerek İstanbullular gerekse uluslararası ortamda yaratacağı ilginin nasıl olur da farkına varmayız? Merkezi bürokrasiden böylesi bir atılımı başlatmasını beklemenin artık lüzumsuz olduğunu düşünmekteyim. Buna karşın İstanbul Ticaret Odası böylesi bir esnaf şenliği düzenleyerek yeni bir geleneğin başlamasına öncülük edebilir. Her yaz Sultanahmet Meydanı’nda bir esnaf gösterisi yapılmasına önayak olabilir. Bu şehrin geçmişte kalan, unutulmuş özelliklerini canlandırmak için harekete geçmenin zamanının gelip de, geçmekte olduğunu düşünmekteyim.