Şehir yaşantısını anlatan bir eser: ‘Sûrnâme-i Hümayun’

“Sûrnâme-i Hümayun” minyatürleri yalnızca 442 yıl önce İstanbul’da yaşanan şenliği görsel olarak günümüze taşıyan bir dizi belge değildir. Bir şehir ve yaşayanları için neler yapılabileceğini gösteren ibretnâmedir. Günümüzde yalnızca bu şehirde yaşayanların değil, İstanbul’u ziyaret eden yabancı misafirlerin de benzeri şenliklere ihtiyacı var.

“Sûr” düğün, ziyafet, şenlik gibi şeyleri, ifade için “Nâme” ise defter manasına kullanılır. Sultan İbrahim’e sunulan bir lâyihada rûznâmeyi anlatırken kullanılan; “Benim hünkârım, rûz nâme demek oldur ki, her gün ne kadar dahil-i hazine olur ve ne kadar akçe harç olur, hep yazılur. Her gün yazılduğuyçün rûz nâme derler. Rûz deyü güne der, nâme deftere derler” ifade çok latiftir. Osmanlı İmparatorluğu’nda padişahların, şehzadelerinin sünnet düğünlerini ve kızlarının evlenme şenliklerini anlatan eserlere “Sûrnâme” denilmektedir. Bu eserler manzum ve mensur yazılardır. Sûrnâmelerin tarih bakımından önemleri vardır. Yazıldıkları dönemdeki hayatı anlatırlar. Düğünlerde kullanılan vasıtalar, yenilen yiyecekler, içilen içecekler, oynanan oyunlar kaydedilmiş, detaylarıyla anlatılmış olduğu için yazıldığı dönemleri araştırmak isteyenlere kıymetli bir kaynak oluştururlar.

“1582 yılında İstanbul, o güne kadar görülmemiş bir kutlama yaşar. Sultan III. Murad’ın oğlu III. Mehmed’in sünnet düğünü için yapılan bu şenlik 52 gün ve 52 gece boyunca devam eder. Şehzade Mehmed’in sünnet düğünü o zamana kadar yapılmış en görkemli düğünlerden daha görkemli olmuş, daha önceki bütün düğün şenliklerinden daha uzun sürmüştür. Bütün İstanbul halkının izlediği, birçok yabancı hükümdarın temsilcilerini gönderdiği, şehir esnafının tamamının, tüm dinî grupların, her çeşit hüner sahibi sivil ve askerlerin tek tek veya grup hâlinde katıldığı bu 52 günlük şenlikte insanlar adeta yaşamlarını sergilemişlerdir.”

Bu sünnet düğününün tüm safhalarını anlatan minyatürlerin, Nakkaş Osman ve ekibindeki ressamlar tarafından yapıldığı bilinmektedir. Yaşadığı dönemde Türk minyatür sanatına kendi üslubunun damgasını vuran, tarihi konulu minyatürlerin büyük ustası Nakkaş Osman, Kanûnî Sultan Süleyman, Sultan II. Selim ve Sultan III. Murad dönemlerinde saray için pek çok eser hazırlar. Son dönemlere kadar “Sûrnâme-i Hümayun”un metin yazarının şehnameci Seyyid Lokman olduğu kabul edilirken Viyana’da bulunan sûrnâme kopyasında yazarın “İntizâmi” mahlasını taşıyan bir kişi olduğu anlaşılmıştır.

Resimli roman

“Sûrnâme-i Hümayun”un 500 minyatürden oluştuğu bilinmekte olup günümüze 432 yaprak ve 427 minyatür ulaşabilmiştir. Viyana’da bulunan ve muhtemelen “Sûrnâme-i Hümayun”un eskizi niteliğindeki yazmanın sonunda her biri çift sayfalık minyatürlerden oluşan 250 sahnenin resimlendirildiği anlatılmaktadır. Bu nedenle elimizde bulunan nüshada 73 minyatürün eksik olduğu anlaşılmaktadır.

“Sûrnâme-i Hümayun”un düğün şenliklerini anlatan sahnelerin tümü aynı dekor içinde sunulur. Atmeydanı ve İbrahim Paşa Sarayı bu dekorun hemen hiç değişmeyen arka planını oluşturmaktadır. Bir dönem Atmeydanı, günümüzde Sultanahmet Meydanı adıyla anılan alanın gerçek fonksiyonu Hippodrom’dur. Roma İmparatoru Septimus Severus tarafından yapımına başlanan bu yapı yarım kalır ve daha sonra İmparator Konstantin tarafından genişletilerek yapımı tamamlanır. Roma İmparatorluğu’nun son dönemlerinde modası geçen araba yarışları sonrası terk edilen yapının tribünlerinin yerine çeşitli yapılar yapılır, ancak orta boşluk bir meydan olarak muhafaza edilerek günümüze kadar ulaşır. Atmeydanı’nda üç tane sembolik anıt bulunmaktadır. Bir dönem Hippodrom’un spina duvarı üzerinde yer alan bu anıtlar kuzeyden güneye sırasıyla Mısır’dan getirilen “Dikilitaş”, Yunanistan’dan getirilen “Yılanlı Sütun / Burmalı Sütun” ve “Örme Sütun”dur. Her üç anıt da arka dekorun yanı sıra hemen hemen her sahnede kendine yer bulmuştur.

Sultan III. Murad döneminde Türk sanatına yenilik olarak katılan sûrnâme geleneği, böylesi şenlik ve eğlencelerin resimli roman gibi sergilenmesi ve aktarılması isteğidir. Sultan III. Murad geriye bıraktığı çok sayıda yapıdan ziyade kitap sanatının en önemli eserlerinden birinin yapılmasını sağlayan övgüye layık bir hükümdardır. 1588 yılında tamamlanan “Sûrnâme-i Hümayun” yalnız minyatür sanatına yeni bir anlatım tarzı getirmemiş, aynı zamanda sûrnâme yazımını da başlatmıştır. Daha sonraki yüz yıllarda minyatürsüz de olsa çok sayıda sûrnâme yazımına öncülük etmiştir.

Eski Saray’dan yola çıkış

“Sûrnâme-i Hümayun”un 3b-4a varağında Sünnet Düğünü şenliklerine “Eski Saray’dan yola çıkış” anlatımı ile başlanır. Padişah ve şehzadesi düğün alanına gitmek üzere fevkalade büyük ve güzel bir alayla yola çıkar. Karşılıklı iki sayfayı kapsayan bu olayı anlatan minyatürün sol sayfasında etrafı solaklarla çevrili Sultan III. Murad, sağ sayfasında ise Şehzade III. Mehmed yer almaktadır. Onun hemen önünde bir grup okçu ve hepsini iki yandan çevreleyen, atlarına binmiş üst düzey yöneticiler, büyük bir kervan hâlinde görülmektedirler.

Sazende ve Hanendeler’in geçiti

“Sûrnâme-i Hümayun”un 18b-19a varağında “Sazende ve Hanendeler’in geçiti” anlatılır. Karşılıklı iki sayfayı kapsayan bu olayı anlatan minyatürün sağ sayfasının en solunda Dikilitaş, sol sayfasının ortasında Yılanlı Sütun ve en solunda Örme Sütun’un görüldüğü sahnenin arka planını İbrahim Paşa Sarayı oluşturmaktadır. Günümüzde hâlen varlığını sürdürmekte olan İbrahim Paşa Sarayı Divanhanesi’nin Atmeydanı’na bakan cephesindeki şahnişinde Sultan III. Murad oturmakta, onun sağında beyaz elbise giymiş Şehzade III. Mehmed, padişahın solunda ise iki saray görevlisi yer almaktadır. Günümüzde İbrahim Paşa Sarayı’nın Defter-i Hakani Binası’nın bulunduğu bölümünde oluşturulan üç katlı ahşap seyir köşkünde ise çok sayıda yönetici ve birkaç elçilik mensubunun oturduğu görülmektedir. Ön planda ise çalmakta oldukları musiki aletleri ile geçiş yapan bu grubun arasında elinde çalpare olan bir de köçek görülmektedir.

Camcılar

“Sûrnâme-i Hümayun”un 32b-33a varağında sünnet düğününün sekizinci günü, kırmızı ve beyaz sancaklarıyla “Camcılar loncası” hünerlerini göstererek geçer. Cam ustalarının bir kısmı sürahi, bardak, şişe gibi kendi yaptıkları cam eşyaları taşırken, bir kısmı da tekerlek üzerinde giden fırından cam hamuru çekip, üfleyerek şekil vermektedir. Arka plan “Sazende ve Hanendeler’in Geçiti” ile hemen hemen aynı.

Süleymaniye Camii maketi

“Sûrnâme-i Hümayun”un 190b-191a varağında bu kez de mimarların geçiti resmedilmiştir. Çok sayıda kişinin taşıdığı maketin oldukça büyük olduğu anlaşılmaktadır. Sûrnâme metninde ahşap ve fildişinden yapılmış olduğu ve bu olağanüstü maketin içine girmiş bir kişinin beyitler okuduğundan söz edilir. Metinde Allah’a ve Peygamber’e dua ettiği yazılan, ancak ismi verilmeyen mimarın “Mimar Sinan” olması gerekir. Çok önemli bir belge olan bu minyatür, bize bir dönem inşa edilen yapıların büyük ölçekli maketler ile çözümlendiğini göstermesi açısından dikkate değer.

“Sûrnâme-i Hümayun” minyatürleri yalnızca 442 yıl önce İstanbul’da yaşanan şenliği görsel olarak günümüze taşıyan bir dizi belge değildir. Arzu edilir ve çalışılırsa bir şehir ve yaşayanları için neler yapılabileceğini gösteren ibretnâmedir. Günümüzde yalnızca bu şehirde yaşayanların değil, İstanbul’u ziyaret eden yabancı misafirlerin de benzeri şenliklere ihtiyacı var. Ülkemizin çoğu kentinde abuk sabuk kavun, karpuz festivalleri yaparız da niçin yüz yıllar boyunca yaptığımız böylesi şenlikler düzenlemeyiz? Şehir içinde büyük caddelerde ve meydanlarda dolaştırılan nahillerin yaratacağı uluslararası ilginin nasıl olur da farkına varmayız? Merkezi bürokrasiden böylesi bir atılımı başlatmasını beklemenin lüzumsuz olduğunu düşünmekteyim. Buna karşın İstanbul Ticaret Odası böylesi bir esnaf şenliğini üstlenebilir ve yeni bir geleneğin başlamasına öncülük edebilir. Her yaz Sultanahmet Meydanı’nda bir esnaf gösterisi yapılmasına ön ayak olabilir. Bu şehrin geçmişte kalan, unutulmuş özelliklerini canlandırmak için harekete geçmenin zamanının gelip de, geçmekte olduğunu düşünmekteyim.

“Elbette ben de pek çok insan gibi ilham denen bir şeyin varlığına inanırım, ancak önemli olan çalışırken gelmesidir.” Pablo Picasso

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir