Fazilet Şenol / Milliyet.com.tr – Bebek öldürme ve çocuk cinayetlerinin tarihine ilişkin yeni ortaya konan bir çalışma, aralarında İtalya, Fransa ve İngiltere’nin olduğu Batı Avrupa’daki korkunç gerçekleri açığa çıkardı. Kanadalı tarihçi Gregory Hanlon’ın kaleme aldığı ‘Death Control in the West 1500-1800’ (Batı’da Ölüm Kontrolü 1500-1800) adlı kitap, Batı Avrupa’da geçmiş yıllarda işlenen çocuk cinayetlerinin aslında rutin ve yaygın bir uygulama olduğunu gözler önüne serdi. Orta Çağ Avrupa Tarihi Uzmanı Prof. Dr. Pınar Ülgen, “Burada gözden kaçırılan ya da böyle uygun görülen bir konu var. O da anne adayının davranışlarının kökenindeki sorunlar ya da bu davranışlara sebep olan dış etkenler” diyerek Milliyet.com.tr’ye çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Kanadalı tarihçi Gregory Hanlon kitabında tarihsel olarak İtalya, Fransa ve İngiltere’de evli çiftlerin sosyal statülerini korumak için rutin bir şekilde çocuklarını öldürdüklerini söylüyot. Araştırma, bebek öldüren annelerin sayısının önemli ölçüde daha fazla olabileceğini, bebek öldürmenin genellikle fark edilmediğini ve zaman içinde unutulduğunu ele alıyor. Hanlon, istenmeyen çocukları taşıyan hamile kadınların genellikle yeni doğan bebeklerini tek başlarına veya suç ortaklarıyla birlikte öldürdüklerini öne sürüyor. Kitaba göre kıtlık veya hastalıkların ardından erkek bebek vaftizlerinde ürkütücü artışlar baş gösteriyor.
Kitapla ilgili, “Hanlon’ın kitabı, bebek öldürme tarihi ile mevcut kültürel iklim arasında paralellikler kurarak okuyucuları, günümüz toplumunda bebek öldürmeyi ahlaki bir yaklaşımın ötesinde düşünmeye sevk ediyor. ‘Bebek öldürmek cinayettir’ diyor” diyen Prof. Dr. Pınar Ülgen, kitapta yer alan bebek katlinin akıllara gelenden biraz farklı olduğunu, tipik olarak anne tarafından gerçekleştirildiğine özellikle dikkat çekti.
HER YIL 10 ANNEYE İDAM CEZASI
Tarihçilerin neredeyse tamamının evli olmayan annelerin veya evli olan kadınların yargılandığı ceza davalarının kayıtlarına güvendiklerini öne süren Prof. Dr. Ülgen, “Doğal olarak kocalarının doğurmalarını istemediği çocukları taşıyan bu kadınlar, hamileliklerini saklıyorlardı. Böylece zamanla mahkemeler bekarlara karşı tavır almaya başladılar. Hatta öyle bir hale geldi ki neredeyse sadece annelerin yalnızca yeni doğanı kasten öldürdükleri düşünüldü” ifadelerini kullandı. Prof. Dr. Ülgen çocuk katli davalarına şöyle örnek verdi:
“Basit bir terk ediş, karşılaştırılabilir bir suç değildi. Hatta bu yüzden parlamentonun yargı yetkisinde olacak şekilde 16. yüzyılın sonlarında Paris’te yargıçlar, 8 milyonluk geniş bir bölgede her yıl yaklaşık 10 anneye idam cezası verilmesini onaylamışlardı. Bu durum dayanılmaz bir hal aldı. Evli olmayan kadınlar, özellikle ilişki kurmaktan çok mutlu olan kadın komşuları tarafından hatırı sayılır bir gözetim altında tutuluyorlardı. Hatta şüphelerini yargıçlara iletiyorlardı. Ancak çocuk öldürme soruşturmaları daha çok katı kanunlar kapsamındaydı.”
‘CEZA GÖRMEDEN ÖLDÜREBİLİYORDU’
Yenidoğan katli denilen ‘neonatisit’in zaman zaman yaygın bir uygulama olduğunu dile getiren Prof. Dr. Pınar Ülgen, “Bazı durumlarda evli kadınlar istenmeyen hamileliklerinden doğan bebekleri ceza görmeden öldürebiliyordu. Bunun geçmişi Antik Çağ’a kadar uzanıyor” dedi.”Yaklaşık M.Ö. 4000 ila 2000 yıllarına tarihlenen Babil ve Keldani uygarlıklarına ait kayıtlar, bebek öldürmeye ilişkin en eski yazılı tarihsel referansları oluşturuyor. Ancak antik kültürlerdeki bebek öldürmeye ilişkin belki de en zengin tarihsel kayıtlar antik Yunanistan ve Roma’dan geliyor” diyen Prof. Dr. Ülgen, nüfus kontrolünden gayri meşruluk gibi bazı eylemleri haklı çıkarmak için kullanılan gerekçelerle toplumlarda bebek öldürmenin yaygın olarak uygulandığının açıkça görüldüğünü söyledi.
“Roma hukukuna göre çocuk öldürme sivil bir erdem veya zorunluluk olmaktan çok özel bir mesele haline geldi. Babalara, ev içi görüş alanlarına giren tüm konuları yönetmeleri için mutlak yasal yetki verildi” diye konuşan Prof. Dr. Pınar Ülgen, tarih içinde bebek ölümlerinin önüne geçmek için alınan önlemleri şöyle sıraladı:
“Örneğin İtalya’da kilise, evli olmayan annelere yeni doğan bebeklerini yaklaşık olarak sayısı bin 200’e ulaşan yetimhanelerden birine teslim etmeleri için baskı yaptı. Hristiyan dindarlığının tezahürleri olarak yetimhane sistemi, öncelikle evli olmayan annelerin topluma yeniden kazandırılmasıyla ilgiliydi ve kurumlar, bu bebeklerin anneleri tarafından bir utanç ve yaşamlarına bir engel olarak görülmesini önlemek için onların emzirilme masraflarını dahi karşılayacaktı. Zamanla yerel ceza adaleti uygulama mekanizması, çocuk cinayeti zanlılarını aramaya ve cezalandırmaya başladı. Bunun yanı sıra alınan tedbirler kapsamında bu tarz doğumları yaptıran hastaneler de kuruldu. Bu hastanelerden bazıları, 18. yüzyıldan itibaren bebeklerini geri almayı ümit eden meşru çiftlerin çocuklarını da kabul etti. Bunun yanı sıra bazı din adamları önlem alınmazsa evli annelerin yeni doğan bebekleri uykularında boğabileceğinden korkuyordu.”
Kanadalı tarihçi Gregory Hanlon’ın kaleme aldığı ‘Death Control in the West 1500-1800’ (Batı’da Ölüm Kontrolü 1500-1800) adlı kitap, erken modern Avrupa’da bebek öldürmenin sanılanın aksine çok daha yaygın bir uygulama olduğunu ortaya çıkardı.
‘DÜNYADAKİ TÜM KIZLAR NEREDE?’
Konunun içerisine sosyoekonomik, kültürel ve dini kısıtlamalar da girince olayların karmaşık hale gelebildiğinin altını çizen Prof. Dr. Pınar Ülgen, kitapla ilgili şunları söyledi:
“Buradaki en büyük eleştiri, bebek katli vakalarının modern dönemde bu kadar yaygınlaşması sırasında Batı dünyasındaki verilere ait çelişkilerdir. Bunun bu kadar dikkat çekmesinin sebebi de vaftiz olayıdır. Çünkü hiçbir zaman vaftiz sırasında yani doğumdan hemen sonra vaftiz için getirilen bebeklerin cinsiyet oranlarına odaklanılmamıştır. Özellikle de kıtlık veya hastalıkların ardından erkek vaftizlerinde ürkütücü artışlar olduğu görülüyor ve dolayısıyla şu zor soruyu gündeme getiriyor: ‘Dünyadaki tüm kızlar nerede?”
‘SADECE KADINLARIN SUÇLANMASI DÜŞÜNDÜRÜCÜ’
“Vaftiz edilenler erkek olduğuna göre diğerleri kasten mi öldürüldüler?”, “Acaba bebek cinayetleri adı altında kız bebekler öldürüldü mü?”, “Yeni bir soykırım mı yaşandı?”, “İşin içine kürtaj gibi işlemler de dahil edilerek ve yine Orta Çağ’da başlayanın devamı gibi yeni modern dünyanın günah keçisi olarak kadınlar, bu defa da cadı yerine anne rolleri ile mi sorumluluk yüklenip suçlu bulunmuşlardı?” gibi soruların akla geldiğini söyleyen Prof. Dr. Pınar Ülgen, sözlerini şöyle noktaladı:
“Burada psikolojik etmenler, toplumsal baskı ve sosyolojik nedenler düşünülmeden sadece anne rolüyle genelleme yapılarak kadınların suçlanması düşündürücü. Dolayısıyla hangi açıdan bakılırsa bakılsın ortada bir cinayet var. Hem kadınlara hem bebeklere hem de özellikle kız bebeklere yönelik.”