Prof. Dr. İlber Ortaylı: Zafere ulaşmaktan başka çaremiz yoktu!

MERT İNAN / İSTANBUL – Türkiye’nin kuruluşuna giden sürecin son dönemeci sayılan ve zaferle taçlanan Büyük Taarruz’un üzerinden 100 yıl geçti. Bir asır önce Afyon Kocatepe’de yakılan bağımsızlık meşalesi, yüzyıllar sonra da hatırlanmaya, kahramanlarımız minnetle anılmaya devam edecek.

‘Büyük Zafer’in 100.yılında Milliyet’e konuşan Tarihçi, Yazar Prof.Dr.İlber Ortaylı, “Öncelikle Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere Büyük Taarruz’un kazanılmasında varını, yoğunu ortaya koyan kurmay kadro ile şehitlerimizi saygı ile anıyorum” derken, “Türk vatanı elden çıkmış, Sevr hudutlarına mahkum edilmiştik. Büyük Taarruz yapılmamış olsa belki İtalya ile anlaşıp bazı yerleri alırdık ancak İstanbul, Trakya, Boğazlar, Ege ve Batı Anadolu bizim toprağımız olmaktan çıkardı. İşte bu nedenle Büyük Taarruz, Türk vatanının restorasyonudur” ifadelerini kullandı.

– Büyük Taarruz’un stratejik planlamasında Mustafa Kemal Paşa dışında öne çıkan isimler var mıydı?

Savaşın strateji ve planlaması Başkomutan olarak Mustafa Kemal Paşa’nın uhdesinde yürütüldü. Fevzi Paşa ve İsmet Paşalar da işin içinde ama esas planlama Mustafa Kemal Paşa tarafından hazırlanıyor. İsmet Paşa, Garp Cephesi Komutanı, Fevzi Paşa Genelkurmay Başkanı olarak Başkomutanın sürekli yanında. Bir de Batı Cephesi kurmay başkanı Albay Asım Gündüz ismi çok önemli. Asım Gündüz de çok zeki, donanımlı bir komutan. Stratejik planlamada önemli fikirler sunuyor.

– Taarruz öncesi Meclis’te oluşan muhalefet bloğunun amacını nasıl yorumlamak gerekir?

Büyük Taarruz öncesi Meclis’te bazı tartışmalar yaşanıyor. Aslında hem Mustafa Kemal Paşa, hem İsmet Paşa taarruz hazırlıklarını tamamlamak için bu tartışmalara göz yumarak, vakit kazanıyorlar. Muhaliflerin seslerini yükseltmesini bile stratejik anlamda başarıyla kullanan bir kurmay heyet söz konusu. Tabii ihtilal meclisinde muhalefet grubunun olması fevkalade enteresan ve istisnai bir durum. Ne Sovyetler’de, ne Fransız konvansiyonunda böyle bir manzara yoktu. Ancak Mustafa Kemal, İsmet ve Fevzi Paşalar, hazırlıkları tamamlamak için tartışmaların sürmesine göz yumdular. Aslına bakarsanız Sakarya Savaşı’ndan sonra Meclis’te sükunet devresine girilmiştir. Büyük Taarruz’a giden süreçte Fransa ile yapılan sulh antlaşması da çok önemlidir. Meselenin Fransa kısmı pek konuşulmuyor.

– Konuşulmayan kısmı açar mısınız?

Dörtyol, Maraş, Urfa ve Antep savunmaları sayesinde, bölge halkının direnci ile Fransa, Anadolu’da geriletilmiş oldu.

Sakarya Savaşı’ndan zaferle ayrılmamızın ardından, İtilaf Devletleri arasındaki ayrışma da keskinleşmişti. Fransa, Türkiye ile 21 Ekim’de ayrı bir antlaşma yaptı ve bu barış antlaşması ile Ankara hükümetinin varlığını aslında tanımış oldu. 21 Ekim’deki anlaşma ile bir anlamda Cumhuriyet ilan edilmeden Türkiye’nin varlığı yeni Meclis’te tanınmış oluyordu.

– İtaya ve İngiltere’nin stratejisinde bizim lehimize olan değişikler nelerdi?

İtalyanlar, özellikle Yunanlar ve İngilizler ile olan ihtilaf dolasıyla Antalya’dan işgali kaldırıp geri çekiliyor, bir yandan da Sevr’in tadilatından bahsetmeye başlıyordu. İngilizler, Sakarya Savaşı’ndan sonra Yunanistan konusunda hayal kırıklığına uğradı. Yunan Ordusu, İngiltere adına savaştığını biliyordu. Ancak İngiltere, artık askeri ve mali yardıma devam etmek istemiyordu. Yunanlar, İngiltere’ye ‘Orduyu geri çekeriz’ şeklinde tehditlerde bulunsa da istedikleri sonucu alamadılar. Kaldı ki, Yunan hükümeti ve kamuoyu böyle bir çekilmeye hiç hazırlıklı değildi. Sözünü bile ettirmediler. 1922’ye gelindiğinde İtilaf Devletleri’nin de savaşacak mecali kalmamıştı. Avrupalılar, savaşlardan bıkmış vaziyetteydi. İtalya,  Türkiye’nin karşısında yeralmaktan vazgeçmeye başlarken, Fransa ile yapılan sulh anlaşması ciddi rahatlama sağlamıştı. Büyük Taarruz’dan önce işin nereye evrildiği belli oluyordu. Ankara Hükümeti bir anlamda Fransa, İtalya nezdinde tek muhatap haline gelmişti.”

– ‘Sovyet yardımı olmasa Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Muharebeleri kazanılamazdı’ diyenler var?

Sakarya Savaşı, Sovyet yardımı açısından da önemlidir. Sakarya zaferine kadar Ruslar’dan çok da yardım geldiği söylenemez. Sakarya Savaşı’ndan sonra Ruslar, Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Türk halkının uyandığını anlıyor, ‘Ruslar olmasa savaşı kazanamazdık’ söylemleri de doğru değil. Bir takım sol çevreler okuyup anlamadan yorum yapıyor. Büyük Taarruz öncesi Sovyet desteği var ancak abartıldığı kadar değil. Yardımın  Sovyetler’de yaşayan Müslümanlar’dan geliyor. Ruslar’dan bize gelen uçak, ağır toplar, olmadı. Daha çok kıyafet, makineli tüfek, mermi gibi malzemeler gönderildi. Şu noktaları da atlayamayız. Dengeler değişmeye başlamıştı. Fransa çekildiği güney bölgelerinde, nakledemediği askeri teçhizatı devretti. İtalya’nın benzer transferleri oldu. Yeni Sovyet Rusya ise Ankara hükümetine müttefik olarak destek verme gereğini duydu.

Otur bir kez oku!

– Lozan’ın hezimet olduğunu da dillendirenler oluyor?

Lozan’ı eleştirenler Molla takımı ve bir takım komünistler. Bu sözünü ettiğim cenahtakiler okumadan ezbere konuşurlar. Koca Sevr antlaşmasının neticesi ortadaydı. Otur bir kez oku, araştır! Okumadan bilmeden yorum yapıyorlar. Lozan’da adaları verdik zannediyorlar Yunanlar bile da bunu söylüyor. Yunan’ı anlarım, savaştan zararlı çıkmadıkları mesajını kamuoylarına vermek derdindelerdi. Biz de, marksist tarihçilik duygularla yapılıyor.

Çağdaş tarihi yazmak zordur. Tarihçilik açısından hiçbir şey bilinmeyip çok şey söylenen ülkedir Türkiye…

– Büyük Zafer, büyük bir kurmay zekanın sonucu mudur?

Büyük Taarruz ile Türk kurmaylarının ne kadar üstün ve cesur olduğu ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda Türk askerinin ne kadar inatçı ve dayanıklı olduğu da anlaşıldı. 1922 Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra Yunan ordusu durduruldu. Büyük Taarruz zaferi, üstün bir kurmay savaşıdır. Atatürk, Boğazlar, İstanbul, Trakya, Batı Anadolu, Ege ve Akdeniz kıyıları olmadan bir vatan olmayacağının farkında. Karabekir’in önerilerini kesinlikle kabul etmiyor. ‘Ya hep ya hiç’ diyen Mustafa Kemal zeka ve azmiyle zaferin mimarıdır. Makus talihimiz ancak ve ancak 30 Ağustos’ta milleti ve haysiyeti dünyaya, kendilerine göre düzenlemeye kalkan düzensiz büyük devletlerin bir kere daha hizaya gelmesiyle sona ermiştir. Türk milletinin gücünü, dayanmasını örgütleyen Türk komutanlarıdır. Türk Ordusu tarihte tartışılmayacak biçimde zaman ve zeminlere uyum sağlayarak her zaman için en iyi komuta sınıfını meydana getirdiğini bir kere daha göstermiştir.

– 26 Ağustos tarihinin özellikle seçildiği doğru mu?

Türk büyükelçisi Müfit Özdeş, 26 Ağustos tarihinin Mustafa Kemal Paşa tarafından kasten seçildiğini söylemiştir. Çünkü 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi, 26 Ağustos 1526 ise Mohaç Zaferidir. Atatürk, aynı tarihte yeni bir zafer kazanmak istiyor. Birinci zaferde Sultan Alparslan Anadolu’nun kapılarını açtı. İkinci zafer ile Kanuni Süleyman, Mohaç Ovası’nda, çok iyi savaşçıları ve kudretli Macar ordularını yerle yeksan etti. Mustafa Kemal Paşa ise vatanı kurtarmak için taarruz etti. Ağustos ayı kesinlikle bayramdır. Bu tarih bir tesadüf değildir. Türkler belirli mevsimlerde, klasik dönemlerde savaşa hazırlanırlar. Avrupa seferlerine nisanda çıkarlar, genellikle sefer Ağustos ve Eylül’de sona erer. Ağustos bizim için önemli bir aydır.

– Stratejide kritik kararlar, hamleler nelerdi?

Ankara’daki diplomatik temsilciler, gözlemciler ve yabancı basın mensupları dahi gelişmelerden uzak tutulmaya çalışıldı. Asker toplama işi genişledi. 1899-1902 yıllarında doğanlar silah altına çağrıldılar. Ayni yardım bile seferberliğe dahil oldu. Büyük Taarruz’un tarihi gizli tutulsa da Ağustos’ta yoğunluğun artacağı belliydi; Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlık görevi ve yetkileri Büyük Millet Meclisi tarafından sınırsız uzatıldı. Taarruzun tarihi ustalıkla gizlendi. 26 Ağustos’ta başlayan taarruz Yunan hatlarında ilk anda bir gerilemeye neden olduysa da toparlanabildiler. Fakat ana kolordular arasındaki bağlantılar 24 saat içinde koptu. Küçük Asya Ordusu’nun başına getirilen General Georgios Hacıanestis, daha savaşın başında bazı yanlış kararlar aldı ama bunların dışında Nikolaos Trikupis gibi nitelikli komutanların dahi diğer kolordu üniteleriyle bağlantıları devam ettirmediği görüldü. O kadar ki 28 Ağustos’ta Türk birlikleri Kütahya’ya girmiş, 2 Eylül’de General Nikolaos Trikupis 6 bin askeriyle Uşak’ta teslim olmuştu. Büyük Taarruz’da yeni taktikler, savunma, hücum, başarılı ricat teknikleri uygulandı. Malazgirt Zaferi de, Mohaç da, Çanakkale, Kutül Amare, Sakarya ve 26-30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi de hepsi bir bütünün parçalarıdır ve 30 Ağustos bunların hepsini zirvede ifade eden bir tarihtir.

– Olmasaydı zafer olmaz mıydı?

Atatürk olmasaydı büyük zafer de olmazdı. Yunan Ordusu, Başkomutan Kemal Paşa’nın, dahiyane stratejisi sayesinde birkaç gün içinde yenilgiye uğratılmıştır.

İsmet ve Fevzi Paşa da çok yetenekli, vatanperver askerlerdi ancak Mustafa Kemal Paşa›ya oranla çok daha temkinli hareket ediyorlardı.

Birinci harpten sonra ordu ve halkta müthiş bir yorgunluk oluşuyor. Ordunun üzerine adeta ölü toprağı seriliyor. Muhalifler ‘yangına körükle gitmeyelim’ diyerek elde avuçta kalan küçük bir toprak parçasına razı olmuştu. O kadar ağır yenilgiler almışız ki, büyük bir korku iklimi oluşmuş.  Atatürk korkmuyor, şartlar ne olursa olsun orduya ve millete güveniyor. Olmasaydı zafer olmazdı…

– Sizce Büyük Taarruz, savaş zaferi dışında hangi anlamı ifade eder?

Büyük Taarruz kazanılması, Türk vatanın restorasyonudur. Türk vatanı elden çıkmış, Sevr hudutlarına mahkum edilmiştik. Büyük Taarruz yapılmamış olsa İtalya ile anlaşıp bazı yerleri belki alırdık ancak İstanbul, Trakya, Boğazlar ve Ege ve Batı Anadolu bizim toprağımız olmaktan çıkardı.

– Başarısız olsaydık, yenilseydik?

26 Ağustos’ta başarısız olsaydık, Yunanlar’ı Anadolu’dan söküp atamazdık. Belki de İngiltere destekli Yunanlılar, karşı taarruza geçecek ve yine ağır şartlar dayattıkları bir antlaşmaya imza atacaktık. Başarısızlık durumunda Ankara Hükümeti ortada kalacaktı. Tahmin etmek çok güç. Ne var ki, Yunanistan’da sınırsız imkanlara sahip bir ülke değildi. Onlar da çok güç kaybetmişlerdi. Lakin bizim zafere ulaşmaktan başka çaremiz yoktu.

– Yunan Ordusu’nun hataları nelerdi? Neyi yanlış yaptılar da büyük bozguna uğradılar?

Yunan tahkimatı hafife alınmayacak kadar gayet sağlam bir hat olarak oluşturulsa da buna rağmen Yunan Ordusu’nun mevzileri çabuk ele geçirilmiştir. Tahkimatları bizden iyi olduğu gibi, motorlu araç ve uçak bakımından da üstünler. Fakat adamların ellerinde olmayanlar da vardı. Bir kere halen yabancı arazideler. Hantal bir ordu ve zabitan birbirini sevmiyor. 26-30 Ağustos tarihleri arasında Yunan siperleri yıkılıp tepeler alınınca, düşman ordusunun ricatı başlıyor. Köyleri, kasabaları yakarak, yıkarak ve kendi erlerini esir bırakarak kaçıyorlar. Büyük Taarruz’dan kaçan Yunan Ordusu’nun mezalimleri yüzünden Batı Anadolu çok zor günler geçirmiştir.  Esir düşen Trikupis, Atatürk tarafından hemen memleketine gönderilmez. Venizelos harp divanında Yunan generalleri idam ettirmiştir. Atatürk, centilmenlik yaparak Trikupis’i korumuştur. Trikupis, ülkesindeki hava değişip sular durulunca iade edilmiştir.

Yeniden dirildik

– Türkiye Cumhuriyeti için yoktan, yokluktan, küllerinden doğan bir ülke tanımı yapılabilir öyleyse?

Hadiseleri kopuk değerlendirmeden bakmamız lazım. Memleketin bir kısmı Sarıkamış’tan sonra Rus işgaline düşmüştür. Orada asker toplanamamıştı. Bütün yükü, Kastamonu vilayetinden başlayarak, Orta Anadolu, Çukurova ve bilhassa Ege Bölgesi ve Trakya’ya kadar olan kesim çekti. Ondan sonra da mütarekede çok büyük sıkıntılar çekildi. Yunan işgali hakikaten hoş değildi. Belki İngiltere kendi ordusuyla savaşa girseydi bu kadar tepki çekmezdi. Yunan Ordusu fanatik milliyetçi duygular içindeydi. Bu nedenle Ege Bölgesi’nde çok çok büyük zorluklar yaşandı. Yakıp, yıktılar, katlettiler. Büyük Taarruz da ‘Büyük Zafer’ de çok zor şartlarda elde edildi. O dönemde vatan öyle bir halde ki dört bir yandan kuşatılmış durumda. Ancak Mustafa Kemal Paşa önderliğinde yeniden dirildik.”

Cephede hepsi tek yürekti

– Atatürk’ün Selanik’i geri alamamasını eleştiren kesimlerin haklılık payı olabilir mi?

Büyük Taarruz öncesi Yunanistan’ın 3 kolordusu Trakya’ya yığılmış vaziyette. Dar sahada nasıl bir manevra kabiliyeti gösterecektik belli değildi. Ayrıca Türk Ordusu’nun Batı Trakya’ya yürümesi durumunda İngiltere agresif şekilde Yunanistan’ın yanında yeralırdı. ‘Selanik, Musul, Kerkük alınmalıydı’ diyenlerin gerçeklerle bağı yok. Mustafa Kemal Afyon’dan dönüp Kahire’ye de çıksaydı öyleyse!. Bunlar laf değil. Bunlar cahilce laflar. Kahvehanelerde konuşulan içi boş söylemler.  Unutulmasın ki Yunanistan batı Avrupa’nın her zaman stratejik noktası olmuştur. Batılılar, Yunanistan’ı kıta Avrupası’nın son noktası görürüler. Bu yüzden de her zaman desteklerler. İkinci Dünya Savaşı’nda tüm Balkanlar, Sovyetler’e bırakılırken, sadece Yunanistan›dan da vazgeçilmedi. Lozan›da hiçbir şey kaybetmediğimiz gibi, Büyük Taarruz’dan sonra Türk Ordusu’nun Selanik’e yürüyecek kaynak ve mecali kalmamıştı. Gücümüzün yettiği kadarını son noktasını yapabildik. Büyük Taarruz’da azami başarıyı elde ettik. Orduların Boğaz’ı geçmesi mümkün değildi Batı Trakya gider, Doğu Trakya bizimdir denildi. Ordu’yu taşıyacak bir donanma güç yoktu. Bunlar konuşulmuyor. Atatürk’ün taarruz stratejisine temkinli yaklaşanlar bile, savaş başladığında verilen görevleri harfiyen uygulamıştır. Yakup Şevki itidal sahibidir. Aslında bir yanıyla şeytanın avukatlığını yapar. Beyin fırtınasını sağlamıştır itirazlar. Sonuçta tüm subaylar ve asker stratejiye uymuştur. Paşalar arasındaki derin ayrılıklar, Cumhuriyet’ten sonra siyaset sahnesinde olmuştur. Cephede hepsi tek yürektir.”

EDİTÖRDEN

Hem bugüne hem gelecek kuşaklara armağan olsun

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni sevk ve idare ettiği Zafertepe’de 30 Ağustos 1924 günü şöyle diyordu: “… Hiç şüphe etmemelidir ki yeni Türk Devleti’nin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri burada atıldı. Ebedî hayatı burada taçlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada uçuşan şehit ruhları, devlet ve cumhuriyetimizin ebedî muhafızlarıdır…”

Türk Ulusu’nu Anadolu’dan söküp atmak isteyen emperyalist güçler, Birinci Dünya Savaşı sonrası İtilaf Devletleri’nin, Mondros Ateşkes Antlaşması hükümlerine dayanarak Anadolu’yu işgal etmeye başladı. İtilaf donanması İstanbul›a, Fransızlar Adana’ya, İngilizler Urfa, Maraş, Samsun ve Merzifon’a, İtalyanlar, Antalya ve Anadolu’nun güneybatısına yerleşirken, 15 Mayıs 1919’da Yunan Ordusu da İzmir’e çıkarma yaptı. Türk Ulusu’nun tüm umutlarını yitirdiği anda Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a ayak basarak, Milli Mücadele’nin ateşini yakıyordu. Kongreler dönemi ve Ankara’da Büyük Millet Meclis’nin açılmasından sonra, 23 Ağustos ve 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Meydan Muharebesi ile işgalcilerin ilerleyişine dur denilmişti. Ancak Anadolu’yu yeniden yurt yapmak için emperyalizmin besleyip, büyüttüğü, işgalci Yunan Ordusu’nun vatan topraklarından sökülüp atılması gerekiyordu. Aylarca süren hazırlık ve stratejik planlamanın ardından 26 Ağustos 1922 sabahı kahraman Türk Ordusu, Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Büyük Taarruz’a geçmişti. Bu öylesine bir taarruz ve direnişti ki,  ‘yok olmanın kıyısındaki’ bir Ulus’un asla yenilemeyeceğinin kanıtı olacaktı… Kazanılan zafer ile Türk Ulusu da yeniden özgürlüğüne kavuştu. 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’in düşman işgalinden kurtarılmasını, İstanbul ve Trakya toprakları izledi. Nihayet büyük zaferden sonra Anadolu ve Trakya, yeniden ve sonsuza dek Türk yurdu olmuş, esaret sona ermişti. 26 Ağustos sabahı Mustafa Kemal Paşa, yanında Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa başta olmak üzere binlerce subay ve Mehmetçik bulunuyordu. Büyük Taarruz ve bu taarruzu taçlandıran Başkomutanlık Meydan Muharebesi ise Türk Kurtuluş Savaşı›nın son safha ve zirvesini teşkil ediyordu. İzmir’den Anadolu topraklarına çıkarak Ankara önlerine dayanan İngiltere destekli işgalci Yunan Ordusu’nun, ülke topraklarından sökülüp atılmasının üzerinden 100 yıl geçti. Büyük Taarruz tam anlamıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş kapısını aralayan altın anahtardı. İşte bu nedenle, aradan geçen bir asır sonra, hem bugüne, hem de gelecek kuşaklara büyük destana ilişkin bir eser bırakmayı görev edindik. Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi zaferinin 50.yıldönümünde hazırladığımız yayının ardından, 100. yıla özel 32 sayfalık yayınımız da Milli bir görev bilinci ve büyük emeklerle takdirinize sunuyoruz. Alanında uzman isimlerle yapılan söyleşilerin, yanı sıra derinlemesine arşiv taramaları ve yazarlar ile zafere giden süreci hiç unutulmaması dileğiyle siz okuyucularımızın takdirinize bırakıyoruz. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere Büyük Taarruz’a katılan tüm değerli komutan ve askerlerimiz ile şehit ve gazilerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anıyoruz.

Mert İnan/[email protected]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir