Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ağzından ABD ile yeni bir aşamaya geldiğimiz ve bu noktada tarafların psikolojilerinin yenilendiği, iki tarafın arasında “Daha pozitif bir gündemle yeni bir sayfa açarak” yola devam etme imkânı doğduğu sözleri dökülünce, bu, otomatikman birinci haber olmaz mı TV’lerde ve radyolarda? Manşet olmaz mı haber sitelerinde, ertesi gün gazetelerde?
Yazar-çizerlere heyecan vermez mi? Konuşma programlarında uzmanlar, biraz sevinç içinde, yorumlar yapmazlar mı? Ama manşet olan, yorumlarda ele alınan Sayın Bakan’ın ikinci cümlesi oldu:
“YPG konusundaki rahatsızlığı ilettik; Geçici diye başlattığınız bu sürecin artık bir kalıcılığa dönüşmesinin iki ülke arasındaki stratejik ilişkinin ilerlemesinin önündeki en büyük engel olduğunu söyledik.”
Bu kadarla da değil, Türkiye, başkanlar hariç en yüksek düzeyde, iki dışişleri bakanının görüşmesinde, ABD tarafına, adeta ültimatom veriyor:
“Aksi taktirde iki ülke daha büyük bir karşı karşıya geliş riskini taşıyor.”
İki ülke–ki bu iki ülke, aralarında on yıllardır çözülemeyen sorunlar olan komşu ülkeler filan değil–kurulduğundan beri NATO’da mihenk taşı niteliğinde iki müttefik. Birisi NATO’nun en büyük askeri varlığına sahip üyesi, diğeriyse az bir farkla, İttifak’ın ikinci en büyük ordusuna sahip.
Diplomaside, “aksi taktirde” ifadesi ya hiç kullanılmaz. Kullanılırsa, kullanan taraf aksi taktirde olacak şeyleri göze almış demektir. Sayın Fidan, aksi taktirde olabilecek şeyi de “karşı-karşıya geliş” olarak ifade ediyor. ABD’li meslektaşı Tony Blinken’e hangi kelimeyle ifade etti, bilemiyorum; ama “karşı-karşı geliş” denince akla ilk gelen “confrontation” kelimesidir ve bu bırakın iki müttefikin ağzından çıkmasını, iki hasmın ağzından bile ancak bıçak kemiğe dayanınca çıkacak bir anlam ifade ediyor.
Bıçak kemiğe, ABD’nin Suriye’yi (ve onun mantıksal uzantısı olarak Irak’ı) bölmek, buraya (Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle) bir “Teröristan kurmak” niyetini açıkça ortaya koyan tutumu üzerine dayandı. Bu niyettir ki, “pozitif bir gündemle yeni bir sayfa açarak yola devam etme imkânı” Türkiye’de soğuk bir “Hele bir görelim!” tutumu ile karşılandı; kimse heyecanlanmadı, kimsenin yüzü gülmedi.
ABD, PKK’nın terör örgütü olduğunu biliyor; Halk Koruma Birlikleri (YPG) ve Demokratik Birlik Partisi (PYD) örgütlerinin PKK’nın uzantıları olduğunun farkında. Obama Yönetimini Suriye’de DAEŞ’e karşı mücadelede, (herkesin bildiği ama ABD-Türkiye ilişkileri temelden zarar görmesin diye açıkça ifade edemediği bir sebeple) Türk Silahlı Kuvvetleri ile iş birliği yerine, YPG ve PYD ile iş birliğini tercih etmiş ve bu sırada ABD Özel Harekât Komutanlığı (SOCOM), bu iki grubun PKK ile olan bağlantıları nedeniyle, “yeni bir marka” şartı koşmuştu. (Yıllar sonra SOCOM komutanlığından emekliye ayrılan Orgeneral Raymond A. Thomas, “İronik olan şu ki, bu iki örgütün PKK’dan ayrı olduğu yanılsaması yaratmak için yeni isme ‘demokrat’ kelimesini koymalarını da ben istedim” demişti.)
Hakan Fidan’ın, “bir terör örgütü üzerinden” başlatılan ve geçici olacağı söylenen bu ilişkinin bitmesindeki ısrarı iki ülkenin stratejik ilişkileri açısından çok önemlidir. Ortada DAEŞ filan yok; eğer varsa, Türkiye bu tehlikeyi birkaç saat içinde bertaraf edebilir. ABD Merkez Kuvvetleri Komutanının, SDG ve onun sözde özerk Rojava eyaletini önceki hafta yeniden ziyareti, Fidan’ın dikkat çektiği “karşı karşıya geliş” halinin hemen hemen gerçekleşmek üzere olduğunu zannettiren faktörlerden biri.
Umulur ki, ABD Dışişleri Bakanı ve Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Fidan’ın ne dediğini anlamışlardır.