Evrim Altuğ – Sergi, izleyiciyi Yıldız Teknik Üniversitesi Fotoğraf ve Video Bölümü çıkışlı Erbaş’ı “İsimsiz” (2023) ve “Gündüz Düşleri” (2021) isimli eserleri ile karşılıyor. BaSE İstanbul 2021’de de yapıtlarını gördüğümüz Erbaş, “Yaşadığımız hatıraların zamanla geçirdiği değişimi gündüz görülen düşlere” benzetiyor.
‘Gerçeklik nedir?’
Yapıtlarını, çevrenin etkileşimine sokarak onlara mekân, zaman ve nesnelerin yardımı ile müdahaleler uygulayan, onları yakarak üst üste pozlayan, denize bırakıp, toprağa gömen sanatçı Umut Erbaş ayrıca, kavramsal çalışmalarında gönderme yaptığı yazar Thomas de Quincey’den yola çıkarak, yazara ait şu açıklamada da bulunuyor: “İnsan beyni doğal ve kudretli bir palimpsestten başka nedir ki? Benim beynim böyle bir palimpsest işte; ah okur, sizin beyniniz de böyle bir palimpsest. Fikirlerin, imgelerin, hislerin sonu gelmez katmanları beyninize ışık kadar yumuşak bir şekilde çökmüştür. Her dizi öncesinde ne var ne yoksa hepsini gömüyor görünür. Ama aslında biri bile yok olmaz.’’
Gerçekten de Erbaş’ın çalışmaları, özellikle dünya sinemasında izlediğimiz kimi yönetmenler ve çağdaş Türkiye fotoğrafından bazı ikon imzaları andırır bir etki taşıyor. Erbaş’ın eserlerinde, sözgelimi yönetmenler Ridley Scott (“Bıçak Sırtı”, 1983), Denis Villeneuve (“Bıçak Sırtı 2049”, 2017) ve Stanley Kubrick (“2001: Bir Uzay Destanı”, 1968) ile Chloe Zhao’yu (“Nomadland”, 2020) andırır bir atmosfer üzerimize dökülürken, aynı ruhani yoğunluk izleyiciye Jak Baruh, Murat Germen, Laleper Aytek, Saygun Dura ve Orhan Cem Çetin gibi objektiflerin nev-i kadrajına münhasır evrenlerine de selâm verir gibi duruyor.
Sanatçı Enis Malik, insan-doğa çelişkisini konu ediniyor.
Aynı gizem yoldaşlığı, ağırlıkla serginin alt katında izlediğimiz Enis Malik Duran’ın çalışmalarında da hissedilebiliyor. Duran, sergide yağlı boya ve ahşap üzeri teknik ile beton üzerine çukur baskı yapıtlarını bir araya taşıyor. Sanatçının imge ve zaman ile mekân arasına ‘ektiği’ manyetizmaya izleyiciyi yoğunlaştıran bu eserleri, bellekteki ‘fenomen’leri coğrafî karşılıklarıyla kesiştiren, hem teknik ve hem de kavramsal bağlamda ‘araştırmacı’ bir tavır ortaya koyuyor. Sanatçı, eserlerinde ‘meta-coğrafya’ ve ‘siyasallaşmış topografya’ gibi unsurlara odaklanırken ‘hiçbir yerde’ olmanın özgür suretini nasıl tabir edebileceği gibi, aşkın bir idealin peşine mümkün mertebe sabır ve sadelik ile gitmeyi seçiyor.
Yine, ArtOn’daki “Paylaştığımız Bu An”a dair serginin üçüncü imzası ise heykeltıraş Tansu Kırcı oluyor. Sergide “İsimsiz” üç mermer çalışmasını izlediğimiz Kırcı, çalışmalarının temelini bilhassa arkeoloji biliminin günümüze sevk ettiği akademik, sosyolojik ve estetik ‘buluntular’ın insanlık hafızasına aktardığı yaratıcı kuşkudan alıyor. Kırcı’nın eserleri, mimari bilgileriyle sanat ve arkeoloji tarihine mal olmuş ‘antik cüsse’lere farklı ebatlar ve özüne sadık materyal eşliğinde, buluntunun kendisine de yabancılaşmayı dener bir deneysellikle bakmaya cüret ediyor.
Pera’da “Paylaştığımız Bu An” özelinde izlediğimiz bu genç adamların üçü de, kendilerini sanat anlayışları ve pratiklerinde ‘kaybederek’ bulma yolunda farklı güzergâh ve araçlar seçseler de izleyenlere anılar, bilgiler, tarihi ve geleceğin yaratıcı tekinsizliğine dair bakir alternatifler vadediyor.
Umut Erbaş’ın işleri sinemadan ikon imzaları andıran etkiye sahip.