Alp USTAOĞLU – Röportaj / Elitlik ve zerafet tenisin görünen yüzü, arka yüzünde ise tenisçilerin kendileri, rakipleri ve dış şartlarla kıyasıya mücadele ettiği bir arena var. Bu arenanın en önemli Türk yıldızlarından birisi bugünkü konuğumuz.
Sporcu bir aile; halter şampiyonu bir baba, Türkiye Şampiyonu tenisçi bir kardeş; yaşanan ülke değişimleri, sakatlıklar ve bir de üzerine gelen pandeminin ardından tekrar ritmini bulmaya başlayan farklı bir karakter, karşınızda Ayla Aksu…
– Farklı sıkıntılarla zorlu geçen 2018-2020 döneminden sonra 2021 ile beraber tekrar geri döndün, son 1.5 seneyi tenis kariyerinin ikinci başlangıcı olarak görebilir miyiz?
Evet görebiliriz çünkü pandemi sonrasında seri bir düşüş yaşadım, ritme giremedim ve yolumu kaybettim. Bu dönemde sıralamada 1.200’lere kadar da geriledim. Böyle zamanlarda tabii ki çok fazla sorgulama ve sorunlarla yüzleşme durumları oluyor. Çevreden de yönlendirme veya oyunla ilgili eleştiriler geliyor. Gerçekten zorlu zamanlardı, en çok özgüveniniz sarsılıyor, özgüven ve ritim olmadan da başarı olmuyor.
– Sanırım bu noktada Mert Ertunga’nın dokunuşları ve katkılarından bahsetmek gerekiyor.
Tam bu dönemde Mert Ertunga bir projem var dedi ve konuyu bana açtı. Mert’in abisi Cenk Ertunga’nın sponsorluğunu ve Mert Ertunga’nın koçluğunu içeren harika bir projeydi, tabii ki kabul ettim ve çalışmaya başladık. Para düşünmeden oynamak ve tenise odaklanmak çok önemliydi çünkü benim kafam ne kadar rahatsa o kadar iyi tenis oynuyorum, Ertunga’nın koçluğunda tam olarak bu gerçekleşti. Koç-oyuncu ilişkisi olarak da çok uyum içinde çalıştık.
Kortta agresif ve ofansif bir oyun tarzım var, Mert Ertunga’da en sevdiğim ve kendimi rahat hissettiğim taraf oyunumu değiştirmeye çalışmaması oldu. Aksine sürekli olarak bu oyunu ileri götürmek ve geliştirmek üzerinde çalıştık. Bu anlamda daha çok voleye gelmek, oyunumu çeşitlendirmek üzerinde durduğumuz konulardı, tabii ki oturması zaman aldı ama karşılığı fazlasıyla geldi. Böylece ritmimi yakaladım, ilk defa sakatlık olmadan 1.5 sene geçirdim, çok sayıda maç yaptım ve kazanmaya başladım. Sıralamada 600 sıra birden yükseldim ve en önemlisi de özgüvenim yerine geldi.
– Peki bu ofansif ve agresif oyun tarzında devam edecek misin?
Bu şekilde devam etmek istiyorum ama biraz değişiklik de yapmak gerekiyor, mükemmel oynamak zorunda değilim, kortta bir adım geriye alıp aceleci olmadan, sakin ve kontrollü bir şekilde oynamak istiyorum. Çünkü biraz nefes alıp daha fazla odaklanmaya ihtiyaç var, bitirici vuruşta doğru zamanlamayı bularak, kontrollü agresif bir tarz oturtabilirim. Karşı tarafı domine etmeye çalışıyorum, mesela voleye geldiğinde rakibin kafası karışmış oluyor, bu anlamda puanları kısa tutmak önemli, bu rakibi de bozuyor çünkü rakip sadece topu içeride tutup yenmek mümkün değil diye düşünüyor, sonuçta bu oyun tarzının karşı tarafa yüklediği bir psikolojik yanı da var.
– Kortta ofansif bir tenisin var, bu oyun da maç içinde daha fazla dalgalanma yarattığı için mental tutarlılığa ve güce daha çok ihtiyacın oluyor. Bu konuda çalışmalar yaptığını biliyoruz, bize biraz tenisin mental tarafından bahsedebilir misin?
Tenis fiziksel gibi görünse de aslında tamamen mental bir spor çünkü belirli bir seviyeye kadar herkes aynı topa vuruyor, aynı fiziksel özellikleri herkes geliştiriyor ama bir noktadan sonra aradaki fark sadece mental oluyor. Skordan ziyade başarı çok ufak detaylarda saklı ve bu detayları anlamak ayrı bir yetenek gerektiriyor. Bu noktalarda sakin kalabilmek, doğru kararları verebilmek bazen çok zor olabiliyor. Zaten büyük oyuncular en büyük farkı da burada yaratıyorlar.
Kortta rakip, hakem, seyirci, top toplayıcı çocuklar vb. gibi pek çok faktör varken her şeyi bloke ederek sadece vuruşlarına ve maça odaklanmak çok kolay değil. Ben mental tarafımı geliştirebilmek için bir spor psikoloğu ile çalışıyorum. Hatta benim için bu senenin en önemli hedefi, oyundan ziyade zihinsel seviyemi sağlam ve fark yaratacak bir düzeye çıkarmak olacak. Sonuçta tenis bir kararlar oyunu ve doğru karar vererek, doğru vuruşları yapabilmek ve odağı kaybetmemeyi bilmek gerekiyor.
– Peki Türk oyuncuların rakiplerini gözünde çok büyüttüğünü düşünüyor musun?
Bu duygu bizde biraz var galiba mesela yabancılarda bu pek olmuyor, bazı şeyleri kafada çok büyütmüyorlar. Kaybetmek ve kazanmanın anlamı farklı. Pes etmeden devam etmek, her gün çıkıp başarısızlığa rağmen inandığı şeyi yapmak gerekiyor. Bir yerde döneceğini düşünerek vazgeçmeden çalışmak çok önemli.
Bizim en büyük şansımız Çağla Büyükakçay oldu. Eğer o WTA şampiyonluğu kazanmasa, ilk 100’e girmese belki biz Türk tenisçiler böyle oyuncular olmazdık, sonraki jenerasyonlar da bu şekilde olamazdı, Çağla’nın bu anlamda çok büyük bir etkisi vardır. Süreç diğer ülkelerde de bu doğrultuda ilerliyor, ilk 100’e giren oyuncu sayısı arttıkça arkadan gelen jenerasyonlar da daha fazla motive oluyor.
– Iga Swiatek, Aryna Sabalenka, Emma Raducanu, Barbora Krejcikova, Paula Badosa, Jessica Pegula gibi pek çok önemli oyuncuyla yıllar içinde aynı kortu paylaştın ve mücadele ettin. Genel anlamda atak bir oyun tarzın var, hangi isimleri kendi oyun stiline daha yakın görüyorsun?
Her oyuncunun farklı özel yanları var ama Jessica Pegula’nın oyununu kendime daha yakın görüyorum.
– Atak oyunun getirdiği bazı riskler de var tabii, bazen kazanabileceğin maçları kaybedebiliyorsun…
Avustralya Açık’ta Iga Swiatek’in Rybakina’ya kaybettiği maçın basın toplantısını seyrettim, orada Swiatek “kaybetme korkum kazanma arzumun önüne geçmişti, bu yüzden kaybettim“ dedi. Bu çok doğru bir tespit çünkü bazen kaybetme korkusu kazanma isteğinin önüne geçiyor, bunu hiçbir şekilde kontrol edemiyorsun. Bu sebepten maçlardan önce rakipleri seyretmeyi çok sevmiyorum çünkü rakibi kafamda büyütebiliyorum ama maça çıktığımda rakibin aslında hiç de öyle olmadığını görüyorum.
– Sanırım Türkiye’de 40 K ve üzeri daha fazla turnuva olması bu anlamda Türk oyuncular için çok önemli.
Tabii ki çok önemli, yabancı ülkelere gittiğinizde her şeyden önce ortama ve insanlara yabancılık çekiyorsunuz örneğin Fransa’da bir dönem kötü tecrübelerim oldu. Ancak turnuva Türkiye’de olduğunda kendi ülkenizde oynamanın getirdiği büyük bir psikolojik avantajla oynuyorsunuz. Ortam, hakemler, insanlar çok daha tanıdık ve samimi oluyor. Bir de işin maddi tarafı var tabii ki, Türkiye’deki turnuvalar seyahat, konaklama ve diğer masraflar açısından bizim için çok daha avantajlı oluyor.
– Son olarak Türk Tenisi ile ilgili 2023 beklentilerin neler?
Bu sene hem erkekler hem de kadınlarda gerçek anlamda sezona damga vuracağımızı düşünüyorum. Pek çok oyuncumuz sezona çok iyi başladı ve yakaladığımız bu ivme artarak devam edecektir.
‘Takvim zorluyor’
– Global tenis takviminin zorluğu malum, yıl boyunca sezon durmadan devam ediyor, sürekli seyahat etmek ve farklı ortamlarda bulunmak nasıl bir duygu, özel yaşantın bu durumdan nasıl etkileniyor?
Takvim çok zorlayıcı mesela ben geçen sene 30 turnuva oynadım, yazı hiç İstanbul’da geçirmedim diyebilirim, tabii sosyal hayat bundan çok etkileniyor, aile, arkadaşlar, herkesle bağlantınız kopuyor. Sezon içinde maksimum iki hafta dinlenebiliyorum, farklı örnekler var tabii, mesela yakın arkadaşım İngiliz tenisçi Harriet Dart iyi bir sezon geçirdi, sezon bitince ara veriliyor, o bir ay ara verdi, örneğin bu ekstra bir şey çünkü sürekli oynamak zorundasınız ama bir yandan da vücudun dinlenmeye çok ihtiyacı oluyor.
Bu sezon bir ara rahatsızlandım, 1.5 hafta oynayamadım, bu durumlarda ara vermek gerekiyor ama yine de insan sürekli oynamak istiyor. Tabii ki sezon bu kadar uzunken dinlenmenin çok önemi var, antrenman kadar toparlanma da önemli.
– 30 turnuva çok ciddi bir rakam.
Evet, 52 haftanın 30’unda oynadım, 40’a kadar örnekler var diye biliyorum.
‘Önemli olan istikrar’
– Teniste her şey dünya sıralamasına göre belirleniyor ancak bu noktada da hayal kurmayı mümkün kılan bir illüzyon var, uzaklar çok yakın olabiliyor. Örneğin bugün ilk 200 sıra senin için rakam olarak uzak görünse de, 6-7 iyi turnuva sonucu seni bir anda farklı bir noktaya taşıyabilir. Bu anlamda hedeflerin nasıl, büyük hayaller kuruyor musun?
Geçmişte sıralamaya daha fazla takılıyordum ancak artık odağım o değil, daha çok oyunumu geliştirmeye ve oturtmaya çalışıyorum. Gerçekten rakam hedefi koymak baskı yaratıyor ve önemli olan her şeyi etkiliyor. Ancak bir oyun tarzını oturttuğunda, zaten zamanla başarı geliyor. Önemli olan grand slam seviyesinde belirli bir oyun istikrarını yakalayabilmek.
Bunun en iyi örneğini Çağla Büyükakçay verdi, belirli bir tarzda istikrarlı bir şekilde ilerledi ve en sonunda bir patlama gerçekleştirdi. Zaten dediğiniz gibi teniste iki turnuvada kaderiniz değişebilir, yakın zamanda bunun en iyi örneği Emma Raducanu oldu. 200’lü sıralardan 150’ye, oradan da Amerika Açık’ı kazanarak 10 numaraya kadar yükseldi.
‘Sürekli mükemmel olmak çok zor’
– Teniste mükemmel olmak mümkün mü sence?
Federer, Nadal, Djokovic ve Serena tenise mükemmellik kavramını soktular çünkü sürekli kazanıyorlardı. Onların yaptığı şekilde sürekli kazanmak çok zor, bu her şeyden önce hiç insani bir durum değil. Bizim jenerasyonun da en büyük şanssızlığı onlarla kıyaslanmak oldu.
Örneğin bugün Iga Swiatek’in sürekli kazanması bekleniyor ancak bu mümkün değil ama Serena yapıyordu çünkü onun durumu çok özeldi, başkasından bunu bekleyemezsiniz. Ayrıca herhangi bir turnuvada da sürekli mükemmel oynamak zorunda değilsiniz, 32 oyuncu içinden 5 tanesini yenerseniz şampiyon oluyorsunuz ve çoğu zaman ihtiyacınız kadar oynamak da yeterli oluyor.