DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Evrim Rızvanoğlu, geçen yıl “Her okula ücretsiz içme suyu çeşmeleri yerleştirelim” sloganıyla yararlı bir kampanya başlatmıştı.
Böylece şişe suyu alma gücü olmayan öğrenciler tuvaletlerden su içme zorunluğundan kurtarılacak, temiz yerden temiz ve sağlıklı su içebileceklerdi.
Evrim Hanım pek çok diğer milletvekili gibi öne sürdüğü görüşü lafta bırakmadı…
Ne mi yaptı?
Müdürüyle anlaşarak bir ortaokulda su çeşmesi yaptırdı. Nasıl bir su mu? Kendisi anlatıyor:
“Bu çeşme, suyu filtre ediyor. Test ettirdik, 1. kalitede içme suyu akıyor bu çeşmelerden. Bu okulumuzda çocuklarımız gönül rahatlığı ile sularını içip, suluklarını doldurabilecek. Bir gün tüm okullarda bu çeşmelerin yerleştirdiğini görene kadar devam edeceğiz kampanyamıza”
Çeşmenin maliyetini sorduk… 40 bin liraymış… Suyun kalitesini ölçtürmek için de 6 bin lira ödemişler. Aslında her okulda hayırsever bir veli bir çeşme yaptırarak bütün çocukları sağlıklı suya kavuşturabilir. İSKİ de indirimli ya da tamamen ücretsiz su sağlayabilir. Böylece çocuklar sağlıklı suya kavuşur.
Sayın Milletvekil Rızvanoğlu’nu kutluyoruz…
YAŞLANDIK…
Benimle röportaj yapan gazeteci arkadaş sordu:
– Yaşlanmakta olduğunuzu ne zaman anladınız?
Her insan yaşlandığını bir veya birkaç vesileyle anlamıştır…
Benim de anladığım zamanlar elbet çok oldu.
Yıllar içinde abi, amca, dayı, dede olduk.
Metroda yer veren gençler de nazik biçimde bunu anlatmıştır.
Bazı olaylara ise hala gülerim…
SBF’de okulumuzun dekanı Prof. Aziz Köklü idi. Yumuşacık, tonton bir adam. Ama biz yine de onu görünce çekinir, olur da yanımızdan geçerse şöyle bir toparlanırdık. 50’li yaşlardaydı ama bize dede gibi görünür, bazı arkadaşlar “Aziz dede” bile derdi…
Yıllar geçti.
Sene 90’lar olmalı… Bir gün SBF’nin o dönemdeki dekanı Prof. Celal Göle Milliyet’te ziyaretime geldi. Tanımakla gurur duyduğum, iftihar ettiğim bir bilim adamı ve yöneticidir Celal Göle. Hocamızın sohbet sırasında benden söz ederken “Siz Mülkiyeli ağabeylerimiz” deyişi dikkatimi çekti. Bir an düşündüm. Geçen yıllar gözümün önüne geldi. Bir zamanlar dede gibi gördüğümüz SBF dekanları şimdi bize ağabey diyordu.
Gelin de o anda ne kadar yaşlandığınızı anlamayın bakalım…
8 MART
Kadınlar dünyanın yarısıdır…
Diğer yarısını da onlar doğurur…
Onların elinin değmediği yerde
Ne sanat olur ne zarafet
Ne sevgi ne incelik ne merhamet
Mutlu bir mecburiyettir
Onları el üstünde tutmak
Ve ömür boyu onlarla yaşamak…
AHTAPOT SALATA
Ahtapotun salatasını mı seversiniz, ızgarasını mı?
Kimi her şeyini sever, kimi taşa çarpa çarpa vahşice öldürüldüğünü düşünür asla yemez.
Yiyen yemeyen ahtapotlar hakkında pek bir şey bilmez.
O zaman öğrenelim…
Ahtapotlar, 1000’den fazla vantuzu, 8 kolu, 3 kalbi, 3 santimetreye inebilen veya 9 metreye varabilen boyları ve “dünya dışı canlı” benzeri yapısı ile denizdeki en farklı yaratıklardandır. Dünya’daki canlıların % 95’i omurgasızdır ve omurgasızlar arasındaki en zeki hayvan ahtapottur.
Bu ilginç hayvanlar, 500 milyon yıldır yeryüzünde var olan kafadan bacaklılar sınıfının bir üyesi olup, bundan yaklaşık 140 milyon yıl önce atalarında var olan kabuklarını kaybederek, günümüze kabuksuz ulaşmışlardır.
Diğer ilginç özelliklere örnek olarak renk değiştirmeleri, kendi kollarını koparabilmeleri ve belki de en ilginci, dokunarak tat algılamaları verilebilir. Alışılanın aksine kanları kırmızı değil, yeşil – mavi renktedir. Bunun sebebi de bizlerdeki hemoglobin isimli demir pigmenti yerine, kanlarının içerisinde bulunan “hemosiyanin” isimli bakır pigmentidir.
Ahtapotun sekiz kolu var sanılır. Aslında iki bacağı 6 kolu vardır.
Onu yerken sıradan bir hayvanı yemediğimizi bilelim!