MÜJDE IŞIL- Bu sene 14.sü gerçekleştirilen Uluslararası İstanbul Opera Festivali, “Aida” operası ile sona erdi. Aslında sona erdi yerine ihtişamlı bir temsil ile gelecek seneye şık bir kapı açtı diyebiliriz. Ankara ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürlükleri’nin ortak sahneledikleri ve Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nün en büyük prodüksiyonlarından biri olan, İtalyan besteci Giuseppe Verdi’nin “Aida” operası seyircileri büyülü bir yolculuğa çıkardı. Eseri ünlü İtalyan rejisör Vincenzo Grisostomi Travaglini sahneye koydu. Orkestra Şefi İbrahim Yazıcı yönetimindeki İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası’na Koro Şefi Paolo Villa yönetimindeki Ankara Devlet Opera ve Balesi ile İDOB Korosu eşlik etti.
“Aida”, Verdi’nin sanat yaşamının zirvesinde bulunduğu yani 1870’lerin başındaki en önemli yapıtlarından. Eserin serüveni Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın, Süveyş Kanalı’nın açılışı için yeni bir opera sipariş etmesiyle başlıyor. Açılış farklı bir eserle yapılıyor ama Verdi, vakti zamanında kendisine yapılan bu teklifi aklının bir kenarında tutuyor hep. Bir süre sonra Paris’e yaptığı bir ziyarette kulağına bir haber çalınıyor. Ünlü Mısırbilimci François Auguste Ferdinand Mariette, Mısır’daki kazılarda bir aşk faciasının yazılı olduğu tabletler bulmuştur. Verdi’nin “Aida”sı işte bu fikirle ortaya çıkıyor, 1871’deki ilk temsilini de Kahire’de yani tabletlerin ve orada yazılı aşk trajedisinin coğrafyasında yapıyor.
Temelde bir aşk üçgenini anlatıyor “Aida”. Operaya ismini veren Aida, Habeş Kralı’nın kızı ama Mısır firavunun kızı Amneris’in kölesi olmuş. Mısır ordusunun komutanı Radames Aida’ya âşık, Amneris ise Radames’e… Mısır ile Habeşistan arasındaki savaş, Aida ve Radames’in de kaderini etkiliyor.
Operalarda dekor her zaman gösterişlidir genelde ama söz konusu “Aida” ise prodüksiyon ayrı bir özen ve görkem gerektirir. Antik Mısır’ı sahnede canlandırmak dekor ve kostümüyle çok meşakkatli olsa da aynı oranda temsilin etkisini epey yükseltiyor. “Aida” operası bunun hakkını fazlasıyla veriyor. Mısır’ın ihtişamını yansıtan devasa dekorlar, sanatçıların rolleriyle bütünleşen muhteşem kostümleri, aryalar gibi etkiliyor seyirciyi. Kısacası Mısır’a zamanda yolculuk yapıyoruz bu sayede. Bölüm aralarında sahnede açılan ince perde arkasından dekor değişimini takip etmek bile çok keyif veriyor. Dekor tasarımında Özgür Usta’yı ve kostüm tasarımında Savaş Camgöz ve Gürcan Kubilay’ı kutlamak gerek.
“La Traviata”da olduğu gibi ama ondan daha fazla opera içine bale bölümleri yerleştirme fikri de iyi sonuç vermiş “Aida”da. Çocuk ve gençlerden kurulu topluluğun dansları bir yandan genç sanatçılar için verimli bir deneyim alanı oluştururken bir yandan da estetik açından opera ile uyumlu bir bütünlük sağlamış.
“Aida” operası AKM’nin açılışının akabinde de sahnelenmişti. Ve o temsilde Radames’e Murat Karahan olağanüstü şekilde hayat vermişti. Festivalde izlediğimiz temsilde ise o rolü Efe Kışlalı, Aida’yı Evren Ekşi canlandırıyor. İkisi de sesleriyle seyirciyi büyülüyor. Ama Jaklin Çarkçı’nın Amneris performansı başka bir seviyede. Çarkçı sadece sesiyle değil, oyunculuğuyla da karakterinin her ruh hâlini yansıtmayı başarıyor. Acı dolu ama huzurlu finaliyle ünlü “Aida”yı yeni sezonda mutlaka izleyin.
Alkış hem ödül hem sorun
Genelde her opera temsilinde rastladığımız bir seyirci refleksi, “Aida”da hayli fazlaydı. Seyirci müzik bitmeden alkış yapıyor ve bu nedenle sanatçının konsantrasyonu dağılabiliyor hem de şarkının devamı alkış sesinden duyulmuyor. Elbette her operayı ve aryalarını ezbere bilemeyiz ama müziğin ritmini hissedebiliriz. Sahnedeki olağanüstü performansların heyecanına karşın alkış için acele etmemek en iyisi. Bir de temsil bitiminde ekip seyirciyi selamlarken salonu terk etmekte de acele edilmese keşke… Salondaki seyirci için de sahnedeki emekçiler için de hoş bir görüntü olmuyor. İlla ayakta alkışlamak zorunlu değil ama en azından dünyamızı güzelleştiren yapıtlara ve ona hayat verenlere böyle özensizce veda etmeyelim.