Simon Kuper’in 90’larda henüz 20’li yaşlarının başında çıktığı futbol yolculuğu, harika bir kitabın temelini oluşturmuştu. Football Against the Enemy (Düşmana Karşı Futbol) adıyla vaftiz ettiği kitabın Türkiye macerasında ismi de değişti. Eserin ilk sayfasında Kuper’in kurduğu bir cümle, Yiğiter Uluğ’nun dikkatini çekmişti. İşte kitabın Türkçe baskısına hayat veren o cümle, bugün ülkemizde birçok futbol sohbetinin giriş cümlesi:Futbol Asla Sadece Futbol Değildir.
3F’nin futbolu
İster sosyolojik ister politik ister ekonomik perspektiften bakın fark etmez, futbol, 19. yüzyılın sonlarından itibaren dünyayı şekillendiren en önemli parametrelerden biri haline geldi. Belki Portekiz’in eski diktatörü Antonio Salazar’ın, “Ülkeyi 3F ile yönettim” derken F’lerden biri olarak futbolu zikretmesi acımasız bir yorum olarak nitelendirilebilir. Çünkü birçok ülkede, örneğin Portekiz’in komşusu İspanya’da futbol seven kitlelerin isyanıdır demokrasiyi yeniden inşa eden.İlginin ve pazarın büyüklüğü doğal olarak dünya siyaset tarihinin akışının futbolla biçimlenmesine neden oldu. Kulüpler ve milli takımlar arasındaki rekabetlerde politikanın ve uluslararası diplomasinin olumlu ya da olumsuz etkilerini hissetmek uzmanlık gerektirmeyecek kadar açıktır.
‘Buhran’da Dünya Kupası
Belki de İngilizler’in o pek de sevilmeyen emperyalist anlayışları sayesinde dünyaya yayıldı futbol. Güney Amerika’dan İspanya’ya hatta Osmanlı’ya kadar onların öğrettikleri kurallar çerçevesinde oynandı oyun. Dünya Kupası, bu oyunun sahnelendiği en önemli platform. Doğal olarak bu platformda politikanın ve ülkelerarası ilişkilerin oynadığı rolü arka plana atmak kimsenin cesaret edebileceği bir şey değil. Düşünün, ilk Dünya Kupası 1930’da Uruguay’da hem de “Büyük Ekonomik Buhran”ın tam ortasında gerçekleştirilecekti. Dünyanın neredeyse her noktasında insanlar açlıktan ölüyor, kriz ortamında intihar sayısı büyüyordu. Bu nedenle Avrupa’dan katılım beklendiği kadar değildi. Katılımcılar arasında sürpriz şekilde Romanya’nın bulunması tamamen bir devlet yöneticisinin, Kral Carol’un kişisel inisiyatifiyle gerçekleşmişti. Dönemin hanedanlar arası evliliklerinden birinin ürünü olan majesteleri, baba tarafından Alman, anne tarafından İngiliz’di. Halkın sevgisine mazhar olduğu pek söylenemezdi. Ama o, bu sevgiyi almaya niyetliydi. Futbol tutkusu nedeniyle bu kupaya katılmak gerektiğini düşündü. Kadroyu kendisi belirledi. Futbolcuların çoğu bir İngiliz petrol şirketinde çalışıyordu. Onlar için izni de kraliçe aldı.
Mussolini’ye ‘hayır’ dedi
Bu küçük örnek, ilerleyen yıllar için bir başlangıçtı. 1934’te Mussolini’nin faşist rejiminin gövde gösterisi halini alan Dünya Kupası’nda İtalyanlar’ı fazlasıyla memnun eden hakem kararlarının nedeni açıktı. Finalden önce İtalya Milli Takımı’nı Roma’da askeri geçit törenine çıkarmak isteyen Mussolini’ye “Hayır” demeyi başaran Teknik Direktör Vittorio Pozzo, kupayı kazanamasaydı kim bilir hangi cezaevine gidecekti?Mussolini’nin faşist meslektaşı Adolf Hitler, Almanya’ya Avusturya’yı katma projesinde başarılı olmuştu. Anschluss adı verilen bu birleşme ve işgal, 1938 Dünya Kupası’na damga vurdu. Dönemin “Harika Takım” olarak adlandırılan Avusturya’sı Almanya ile veda maçı yaptı.
İsviçre’yi işgal eder mi?
“Kağıt Adam” lakaplı efsane Sindelar müthiş oynadı ve Avusturya kazandı. Sindelar, Almanlar’ı kızdırmaya devam etti, “Ben Dünya Kupası’nda yokum” dedi. Kısa süre sonra da şüpheli biçimde öldü. Naziler, maçlarda sahaya 6 Alman ve 5 Avusturyalı ile çıkılmasını şart koştu. Sonuç mu? İlk turda İsviçre’ye elendi Almanya. “Hitler, İsviçre’yi işgal eder mi?” esprileri arasında karşılandı bu sonuç.İkinci Dünya Savaşı gerçek anlamda bir yıkımdı. Bu yıkımın ardından savaş belasına bulaşmamış bir ev sahibi gerekiyordu. Tarihinde büyük felaketler olmayan Brezilya, bu turnuva bittiğinde felaketini bulmuştu. Bu kupaya özel kurallarla oynanan ve resmi olarak final sayılmayan maçta Uruguay’a kaybetmeleri bugün bile eşsiz bir felaket olarak görülüyor.
Golcüyü takıma almayınca…
Aslında Brezilyalı politikacıların ya da aslında bu kadar kibar olmayalım diktatörlerin futbola ilgisi hep çok büyüktü. 1970 Dünya Kupası’na hazırlanan takımın teknik direktörü, diktatörün sevdiği golcüyü kadroya almayınca gönderildi. Askeri rejimin milli takıma yardımcı antrenör olarak atadığı Yüzbaşı Coutinho’nun Amerikan ordusundan aparttığı Cooper testi bugün bile futbolcuların kondisyonunu ölçmek için kullanılıyor.Brezilya’nın ezeli rakiplerinden Arjantin, 1930 Dünya Kupası finalinde kaybettikten sonra futbol haritasında iyi bir yer edinebilmek için 48 yıl bekledi. 1978 Dünya Kupası Arjantin’deydi. Askeri rejimin ihlal etmediği insan hakkı kalmamıştı.
Menotti kurtardı!
İşin ilginç yanı, takımın başında hem solculuğuyla hem de muhafazakarların nefret ettiği yoğun gece yaşamıyla tanınan Cesar Luis Menotti vardı. Menotti’nin takımın başında kalmasının tek yolu vardı:Başarılı olmak. Bu başarının gelmesi için cunta ve FIFA’nın iş birliği yaptığını anlatmak artık daha fazla mümkün. Sonuçta kazanan Arjantin ve cunta oldu. Herkesin kafasında şu soru oluşmuştu: Ya Hollandalı Rensenbrink’in 90’ıncı dakikada şutu direkten dönmeseydi ne olurdu? Belki de Hollanda’nın dünya şampiyonluğu Arjantin’e demokrasiyi erken getirecekti.
Tanrı’nın eli
Aynı Arjantin ile görkemi azalsa da hala adı İmparatorluk olan Büyük Britanya arasındaki Falkland ya da Arjantinliler’in dediği gibi Malvinas Adaları için tutuşulan savaşın etkileri Dünya Kupası’na yansıdı. Diego Maradona’nın 1986 Dünya Kupası çeyrek finalinde eliyle attığı gol, bunun en güzel örneğiydi. Normal şartlarda net bir hakem hatası olarak addedilebilecek bu gol, Maradona’nın ajitasyon merakıyla hem “Tanrı’nın Eli” hem de “Malvinas’ın İntikamı” olarak adlandırılacaktı.Aynı Maradona, politik ajitasyon tekniklerini 4 yıl sonra da kullanacaktı. Arjantin ile ev sahibi İtalya yarı finalde karşı karşıya geliyordu. Diego’nun İtalya futbol haritasına soktuğu Napoli’de oynanacaktı maç. Maradona, karşılaşma öncesinde bam telini keşfetmişti, “Bunca yıldır size Afrikalı diyen İtalyanları mı yoksa sizi 2 kez şampiyon yapan Diego’nuzu mu destekleyeceksiniz?” Napoli taraftarının kafası karışmıştı. İtalya’yı desteklediler ama coşku şüpheliydi. Maradona ve arkadaşları penaltılarla kazanıp finale çıktıktan birkaç ay sonra Arjantinli oyuncu, doping testinde çıkan kokain yüzünden Çizme’den sepetleniyordu.
Maçla gelen savaş
70’lerde kanlı bir askeri darbeye sahne olmuştu Şili. 1974 Dünya Kupası elemelerinde play-off’ta Sovyetler Birliği ile eşleşmişlerdi. Ancak Şili’deki maçın oynanacağı stadyum binlerce solcunun katledildiği yerdi. Maçın yerinin değişmesi istendi. Genelde faşist yönetimlere yakınlığıyla bilinen FIFA, bunu kabul etmedi. Finallere katılamama pahasına Şili’ye gelmedi Sovyetler Birliği. Şili’nin yıldızı Carlos Caszely de solcuydu ve birçok dostunu o statta kaybetmişti.Orta Amerika’nın iki mütevazı ülkesi El Salvador ve Honduras, başta göçmen işçiler olmak üzere birçok konuda hırlaşmaktaydı. 1970 Dünya Kupası elemelerinde play-off’ta eşleştiler. Ancak iki maçta da ev sahiplerinin yaptıkları ülkelerde sinirleri bozdu. Zaten çatışmaya meyilli iki ordu 100 saat süren bir savaşa girdiler. El Salvador, savaşın ardından katıldığı turnuvada varlık gösteremedi.
Futbolun büyüsü
Dünya Kupası, birçok politik olayın yaşandığı döneme denk geldi. 1990 Dünya Kupası, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından birkaç ay sonraydı. Soğuk Savaş döneminin ortasında 1974’te bu duvarın ayırdığı iki ülke Batı ve Doğu Almanya aynı gruptaydı. Kupayı belki ev sahibi Batı kazandı ama grup karşılaşmasında 1-0 kazanan Doğu’ydu. Batı’nın başında Almanya’nın doğusunda Dresden’de doğan Helmut Schön’ün olması ilginç bir rastlantıydı.Dış dünya ile minimum ilişkiye giren Kuzey Kore’nin 1966 ve 2010 Dünya Kupaları’nda boy göstermesi futbolun büyüsü olarak adlandırılabilir herhalde. Hele hele Kuzey Koreliler’in 1966’da İngiltere’de çeyrek finale çıkması bir çelişkiyi de beraberinde getiriyordu. Tribünlerde emperyalist ve kapitalist İngilizler, Portekiz karşısında Kuzey Kore lehine tezahürat yapıyorlardı.
Cumhurbaşkanı Zidane!
1998’de Fransa’da hem dağılmış Yugoslavya’nın içinden çıkan Hırvatistan’ın dünya üçüncülüğü hem de ABD ile İran arasındaki karşılaşma işin politik yönünü ön plana çıkarıyordu. ABD’yi yıllardır “Büyük Şeytan” sınıfında sayan İran’ın sürgündeki taraftarlarının desteğiyle kazanması tarihe geçti. Fransa’nın şampiyonluğu ülkeyi sevince boğarken ülkede büyük bir oy artışı yakalayan faşistlerin lideri Jean Marie Le Pen, takımdaki Afrika kökenlilerin durumunu eleştiriyordu. Milli marş Marseillaise’i okumadıklarından, gerçek Fransızlar’ın azlığından söz ediyordu. Ona yanıtı veren şampiyonluk gecesi Şanzelize’yi dolduran yüzbinlerdi. Finalde 2 gol atan, Cezayirli bir göçmenin oğlu olan Zinedine Zidane için coşkuyla bağırıyorlardı, “Zidane cumhurbaşkanı.”Sporda yükselen bir değer yaratmaya çalışan Katar’a ve SSCB döneminde Dünya Kupası düzenlemeyen Putin’in Rusya’sının birtakım rüşvet hikayelerinin gölgesinde ödüllendirilmesi yeni dünya düzeninin futbol yansımaları. Son Ukrayna savaşıyla birlikte bu kez Putin, Rusya’sı cezalandırılıyor. Doğal olarak futbolda da… Her dönemin farklı bir politik gündemi var ve bunu futbolda hissetmek hep mümkün olacak.