Sporu seven bir genç olan 26 yaşındaki İrlandalı John Pius Boland (O dönem İrlanda, Birleşik Krallık’a bağlıydı), Oxford Üniversitesi’nde öğrenciyken özellikle tenis konusunda yeteneğini gözler önüne seriyordu. Olimpiyat Oyunları’nın yeniden canlandırılmasından dolayı heyecanlıydı. Thrasyvoalos Manos isimli bir Yunan arkadaşını Oxford Birliği toplantısına çağırdı John. Manaos, Birlik’te yaptığı konuşmayla hazırlıkları ve Olimpiyat Oyunları’nın tarihini anlattı.
Olimpiyat’ın Paskalya Bayramı’na denk gelmesi Boland için bir şans olmuştu. Gidip çok merak ettiği bu spor organizasyonunu seyretmek istiyordu. Bundan iyi bir fırsat olamazdı. Gemiye bindi ve Yunanistan’a doğru yola çıktı.Boland’ı Atina’da arkadaşı Manos karşıladı. Manos, onun teniste başarılı olduğunu biliyordu. Ağzını aradı ama ikna konusunda çok da başarılı olamadı. Açılıştan 2 gece önce John bir davete katıldı. Burada Mısır’ın İskenderiye kentinden gelen Yunan kökenli Dionysios Kasdaglis ile tanıştı. Kasdaglis, tenis müsabakaları için gelmişti. Katılımcı sayısının fazla olmasını isteyen Kasdaglis, Manos’la birlikte Boland’ı ikna çabalarına girişti. Gece bittiğinde Boland ikna edilmişti.
Ertesi sabah ilk işi kayıt yaptırmak oldu. Ne var ki genç İrlandalı’nın malzeme sıkıntısı vardı. Hazırlıklı gelmemişti Atina’ya. Deri, topuklu ayakkabılarla korta çıkmak zorunda kaldı Boland. Raket bile Atina pazarından zar zor bulunmuştu. Ama finale kadar geldi.
Finalde Boland’ın rakibi Kasdaglis olacaktı. Yani onu Olimpiyat’a katılmaya ikna eden adam. Finale kadar gelirken gösterdiği performansı devam ettirdi İrlandalı. 6-2 ve 6-2’lik setlerle Olimpiyat şampiyonluğuna ulaştı. Atina’ya turist olarak gelen bir kişi için biraz fazla iş başarmıştı Boland. Ama Olimpiyat macerası daha bitmemişti.
Final maçının ardından evine dönmeye hazırlanan Boland’a ilginç bir teklif geldi. İlk turda elediği Alman Traun’la iyi bir arkadaşlık kurmuştu. İki farklı ülkeden sporcunun Olimpiyat’ta birlikte yarışması, o dönemde kurallara aykırı değildi.
İkilinin finaldeki rakipleri arasında yine Kasdaglis vardı. Mısırlı, Yunan Demetrios Petrokokkinos ile iyi bir ekip oluşturmuş ve finale yükselmişti. İlk set 7-5’lik skorla Kasdaglis ve partnerinin oldu. Oynadıkça birbirlerine alışan Boland-Traun çifti, 6-3 ve 6-3’lük iki setle Olimpiyat şampiyonluğuna uzandı.
1900: Tarihin en genç şampiyonu mu?
Bir panayıra dönüşen 1900 Paris Olimpiyatları’nda kimi sporcular, Olimpiyat’ta yarıştığını fark etmedi bile. Bir de kimin madalya kazandığını spor dünyasının bilmediği sporcular vardı. Kürekte Hollanda takımı ile şampiyonluk kazanan küçük Fransız çocuğun kimliği, Olimpiyat tarihinin en büyük muamması olarak esrarını korumakta.
Düşünün favori Hollanda takımı. François Antoine Brandt, Roelof Klein ve dümende Hermanus Brockmann’dan oluşuyor. Ama seçmelerde zar zor finale kalıyorlar. Nedeni açık. Brockmann 60 kiloluk normal bir adam. Ama Hollanda ekibinin en büyük rakipleri olan Fransızlar’ın 3 takımı da küçük çocukları dümende kullanıyor. Yani daha hafifler.Hollanda ekibi, çevredeki çocuklara alıcı gözle bakıyor. Fransız takımlarının fazla ağır bulduğu (33 kilo) bir çocuk seçiliyor.
Yarışın başında öne geçen Hollanda, 3 Fransız ekibinin önünde zafere ulaşıyor. Yarıştan sonra zafer fotoğrafı çekiliyor. Ne var ki çocuk bir anda kayboluyor. Yıllarca gazeteciler, Olimpiyat tarihçileri çocuğu aradı ama bulamadı.
1904: Yanlışlık mı sahtekarlık mı?
1904’te Birleşik Amerika’nın St. Louis kentinde düzenlenen Olimpiyat Oyunları da 4 yıl öncekinden farklı değildi. Amerikalı Fred Lorz; favorilerden biriydi. Ancak yarışı ortasında terk etmek zorunda kaldı. Organizasyonun araçlarından birine binerek stadyuma yöneldi. Stadın önüne gelindiğinde Lorz, şoföre inmek istediğini söyledi. Amacı ayaklarını açmaktı.
Stadın içinde yavaş adımlarla giren Lorz, seyircilerin coşkusuyla karşılaştı. Amerikalılar, atletlerinin kazandığını görmenin sevincini yaşıyordu. Lorz bir anda havaya girdi. Hızlanıp finiş çizgisini geçti. Amerika Başkanı Teddy Roosevelt’in kızı Alice’le fotoğraf bile çektirdi.
Altın madalya boynuna geçirilmek üzereyken her şey ortaya çıktı. Bir başla Amerikalı Thomas Hicks, şampiyon olarak ilan edildi. Lorz, ömür boyu spordan men edildi. Ama organizasyon aracının şoförünün ifadesiyle ceza kaldırıldı ve 1905’te Lorz, Boston Maratonu’nu kazandı.
1924: Terleten salonda kavga sesleri
1924 Paris Olimpiyatları’nda boks, halter, güreş ve eskrimin yapıldığı Vel D’Hiv Spor Merkezi çok sıcaktı. Sporcular, müsabakalar sırasında buram buram terlediler. Bu tesiste müsabakaları izleyen IOC’nin Kanadalı üyesi, polis kontrolünde yaşanan sıkıntılardan şikayet ediyordu. Bazı karşılaşmalarda seyircilerin tavırları onu rahatsız etmişti. Boks ve eskrim maçlarında büyük tartışmalar çıktı. Hatta eskrimde bu tartışmalar iki gerçek düellonun yapılmasına bile neden oldu.
Amerika Birleşik Devletleri’nin Oyunlar sırasında Fransızlar’ın Ruhr bölgesini işgalini eleştirmesi de gerginlik yarattı. İki ülkenin ragbi takımları arasında oynanan maçta Amerika’nın galibiyetinin ardından işler kontrolden çıktı. İki Amerikalı genç seyirci sopalarla dövüldü. Suçları, ki toplam 8 kişiydiler, maç sırasında takımlarını Fransızlar’a göre biraz fazla sesli desteklemeleriydi. Tam o sırada bando, Amerikan Milli Marşı’nı çalmaya başladı. İyice sinirlenen Fransızlar 10 dakika aralıksız, marşı ıslıkladı. Olayları yatıştırmak isteyen polislere kızan Amerikalılar, “Yardım isteyen kim?” diyorlardı.
1924: Gülleci Cemal’in yayla imtihanı
Halterci Cemal Bey (Erçman) ya da bilinen lakabıyla Gülleci Cemal, Paris’teki büyük bir spor mağazasında ilginç bir olay yaşadı ve ne yazık ki bu yaşananlar yüzünden yarışmalara katılamadı. İşte gazeteci Ali Gümüş’ün kaleminden o olay:
“Cemal Bey, yarışmalara bir gün kala, bir spor mağazasında Macar güreşçilerle karşılaşır. O yıllarda bütün sporcularda yay çekme tutkusu vardır. Macar ağır sıkleti Otto Szekely, iri yarı dev yapılıdır ama Sandow yayını geremez. Bu manzaraya tanık olan Cemal Bey dayanamaz yayı kapar ve herkesin hayret dolu nazarları arasında sağa-sola, yukarı aşağı en az 10 kez yayı açar. Bu, büyük bir gösteri, 1924 Paris Olimpiyatları’nı izleyenlerin deyişiyle, ‘Muazzam bir afi’ydi. Sonra ne olur? Cemal Bey’in adaleleri tutulur, hedefe varamaz.”
1932-1936: Kadın mı erkek mi?
Stanislawa Walasiewicz, küçik yaşlarda ailesiyle birlikte Amerika’ya göç eden bir Polonyalı’ydı. Stella Walsh ismini almıştı. İmkansızlıklar yüzünden 1932’de Los Angeles’ta doğduğu ülke olan Polonya’yı temsil etti. 100 metrede Olimpiyat Şampiyonu oldu. Erkeksi görünümü kaşları kaldırdıysa da o, zaferin tadını çıkarıyordu.4 yıl sonra Stella yine Polonyalı ismiyle Berlin’de yarıştı. Bu kez ABD’li Helen Stephens’ın ardından gümüş madalya elde etti. Aradan 44 yıl geçene kadar Walsh’un durumu konuşulmadı.
Stella Walsh 1980 yılında Cleveland’da bir mağazaya girdi. Polonya Basketbol Takımı, ABD’ye geliyordu ve Walsh, karşılama komitesindeydi. Amacı süs malzemesi almaktı. Ancak mağazada yaşanan soygundan kaçamadı ve vurularak yaşamını kaybetti. Otopside Walsh’un erkek cinsel organına sahip olduğu anlaşıldı. Hem erkek hem de dişi kromozomlarına sahipti. Kadın cinsel organı yoktu.
1936: Nazi selamı veren Yahudi eskrimci
Helene Mayer, dünyanın en önemli eskrimcilerinden biriydi. Altın sarısı saçları ile Alman kamuoyunun sevgilisiydi. 1928 Amsterdam Olimpiyatları’nda henüz 17 yaşındayken altın madalya kazanmıştı. 4 yıl sonra Los Angeles’ta ancak 5’inci olabilmişti. Ama o sırada çok az kişi, finallerden 2 saat önce Mayer’e verilen haberin ne olduğunu biliyordu. Genç sporcunun erkek arkadaşı, Alman donanmasında görevliydi. Onun içinde bulunduğu gemi yanlışlıkla batırılmış, genç subay da yaşamını yitirmişti. Helene’nin madalya dışı kalmasının asıl nedeni buydu.
1936 Berlin Olimpiyatları öncesinde Mayer’in Nazi propaganda makinesi tarafından kullanılması gerekirken bu yapılmıyordu. Bunun gayet basit bir nedeni vardı aslında. Helene’nin ailesi Yahudi’ydi. Babası ünlü bir doktor olan Mayer pek de öyle dindarlığıyla tanınmıyordu ama Naziler’in iktidara gelmesinin ardından gözden düşmeye başlamıştı. 1932 Olimpiyat Oyunları’nın ardından Mayer, ABD’de kaldı. Almanya, uluslararası tepkileri azaltabilmek adına Mayer’i ülkeye davet etti. Ama Helene’in şartı vardı. Tam vatandaşlık haklarına sahip olmak istiyordu. İyi niyetini göstermek için de tüm dinlerden bağımsız olduğunu belirten bir dilekçe verdi.
19 Şubat 1936 günü Helene Mayer, Almanya’ya döndü. ‘Flore’de gümüş kazandı. Ancak şaşırtıcı şekilde Heil, Hitler selamı verdi. Çünkü ailesi tehdit altındaydı. 1937’de Dünya Şampiyonu oldu ama gazetelerde haber bile olmadı. 1938’de ABD’ye gitti. 1940’ta vatandaş oldu. 1952’de Almanya’ya döndü. 1953’te 52 yaşında öldü.
1956-2000: Kapanış töreninin mucidi nerede?
1956 yılında Olimpiyat Oyunları, Avustralya’nın Melbourne kentinde düzenleniyordu. Kapanış törenlerinin o güne kadar belirli bir senaryosu yoktu. Çin kökenli bir genç, John Ian Wang bir öneride bulundu. “Tüm sporcular, sahaya çıksın. Küresel birlikteliği sembolize eder” dedi. Bu öneri çok beğenildi. Wang, kendisinin taltif edilmesine de karşı çıktı ve Fransız çocuk gibi normal yaşamına döndü.2000 yılında Olimpiyat Oyunları, Avustralya’ya geri döndü. Birilerinin aklına John Ian Wang geldi. Olimpiyat kapanış törenlerinin mucidi davet edilmeliydi kapanışa. Ancak arayış uzun sürdü. Wang bir türlü bulunamıyordu. Nihayet haber geldi. Hem de Bükreş’ten. John Ian Wang, Romanya’nın başkentinde bir Çin lokantası işletiyordu. Hemen Sidney’e uçtu ve kapanış töreninde hazır bulundu.
1964-1988: Koreli boksörlerin protestosu
1964 Tokyo Olimpiyatı’nda boksta 51 kiloda ilginç bir olay yaşandı. Çeyrek finalde Güney Koreli Choh Dong-Kih ve Sovyet Stanislav Sorokin karşı karşıya geliyordu. İlk raundda 1 dakika 6 saniye geçilmişti ki hakem, Koreli boksörü diskalifiye etti. Nedeni Kih’in başını tüm uyarılara rağmen aşağıda tutmasıydı. Kih çok sinirliydi. 51 dakika boyunca Koreli boksör, ringde oturdu. Bu bir rekordu. Ama bu rekoru kıracak olan yine bir Güney Koreli olacaktı.
1988’de Güney Kore’nin başkenti Seul’deyiz. 54 kiloda Güney Koreli Byun Jong-Il, Bulgar Alexander Hristov’un karşısındaydı. Yumruk anlamında Koreli daha üstün görünüyordu. Ancak Yeni Zelandalı hakem Keith Walker, Jong’un rakibine kafa attığını düşünüyordu. Art arda gelen ihtarlar, puan düşmesine yol açtı. İhtar puanlar olmasa kazanacak olan Koreli 4-1 sayıyla kaybetti.Ortalık karıştı. Jong’un antrenörü, hakem Walker’a saldırdı. Güvenlik görevlileri de hakemi kovaladı. Hakem Komitesi Başkanı Bulgar Emil Jetchev de sandalyeyle saldırılara maruz kaldı. Bu arada Jong, ringde oturma eylemi yapmaya başladı. 67 dakika süren bu protesto, maçın sonucunu değiştirmedi. Ama vatandaşının rekorunu kırmayı başardı.
1988: Havuzda kan aktı
Greg Louganis, atlama dalında efsane isimlerden birisi. Birleşik Amerikalı atlet, 1984 ve 1988 Olimpiyat Oyunları’nda ortalığı yıkıp geçti. Ama 1988’de Seul’de yaşananlar hala unutulmadı.
Eleme serisinde Çinli Tan Liangde’nin önünde olan Louganis, 9’uncu hakkında kafasını platforma çarparak kanlar içinde havuza düştü. Herkes endişeliydi. Antrenörü Ron O’Brien ve doktor Jim Puffer ilk müdahaleyi yaptı. Diğer yarışmacılar, atlamaya devam etti. Louganis kendine geldi ve finalde de altına ulaştı.
Buraya kadar her şey normal. Ancak 1995 yılında Louganis, Seul’den 6 ay önce vücudunda HIV virüsü olduğunu öğrenmişti. Yani havuza akan kan, sonra atlayan sporcular için tehlikeydi. Ama kimse uyarılmamıştı. Neyse ki havuzun temizleme sistemi iyi çalışıyordu ve diğer sporcular sorun yaşamadı. Yine de Louganis, bu bilgiyi sakladığı için eleştirildi. Antrenörü ve doktoru, teste girdiler ama temiz çıktılar.