Efnan Atmaca – Jean-Christophe Grangé’nin insan ruhunun karanlık tarafını deşifre etme ve kötülüğün boyutlarının nereye kadar uzanacağının haritasını çıkarma konusunda eşi benzeri yok. Her romanını gazeteciliğinden gelen titizlikle yazan ‘gerilimin efendisi’ kitapları arasında birbiriyle bağlantılı bir yol izliyor. Afrika’ya uğrayıp Fransa’nın kara kıtada yol açtığı felaketleri ve kötülükleri anlattıktan sonra Avrupa’ya dönen, İkinci Dünya Savaşı’nın ari ırk yaratma çabasının ardındaki vahşeti gösteren yazar son iki romanı “Küllerin Günü” ile “Mermer Adam”da yeni projesinin inanç kavramına odaklanmak olduğunun sinyalini vermişti. “Kızıl Karma”da inancın peşine düşüyor yazar. Ama sadece din ya da ruhani değil, tüm inançların insanı nasıl içinden çıkılmaz yollara sokabileceğini gösteriyor. Roman Mayıs 1968’de Paris’te başlıyor. Üniversitelerin öğrenciler tarafından ele geçirildiği, sokakların barikatlarla dolu olduğu ve eylemciler ile polislerin savaştığı günler. Tüm dünya yeni bir inanca uyanmak için büyük bir mücadele verirken bir kız öğrencinin yoga pozu verilmiş cesedi bulunuyor. Cezayir’de yaşadıklarından dolayı De Gaulle’e nefreti hiç dinmeyen eski asker yeni polis Jean-Louis bu olayla birlikte öğrenciler arasına karışıp onları ispiyonlamaktan kurtuluyor. Yanına öğrenciler onunla iş birliği yapsın diye üvey kardeşi Hervé ile 1968 ruhuyla her türlü inanç konusunda bilgi sahibi kız öğrenci Nicole’ü alıp katilin peşine düşüyor. Onlar katil hakkında bilgi sahibi olana kadar cinayetler hızlanıyor elbette.
Karma kader değil
Kitabın arka planında inanç kavramını tartışıyor Grangé. İnancın nasıl manipüle edilebilir bir olgu olduğunun yanı sıra körü körüne inanmanın şuurun önüne geçebileceğini gösteriyor. İlahi dinlerden ezoterik inançlara kadar pek çok öğretiyi romana yedirirken ‘inanmamanın’ da inanca dahil olduğunu söylüyor. Aslına bakarsanız yazar bu kitapta hangi damardan beslenirse beslensin tüm insanların bir şeylere inanma ihtiyacı olduğunu anlatıyor. Tutkuyla peşine düşülen bu kavramın yol açtığı felaketler de romanda okurun karşısına çıkıyor. Arka plana ‘68’ olaylarını alması da başka bir perde açıyor yazara. Bunu “Hippilere bayılıyorum. Müziklerine, coşkularına… O yüzden onları romanın odağına almak istedim. Onların Avrupa’dan Hindistan’a uzanan o büyük yolculuklarını dahil ettim hikâyeye” diye anlatıyor. Konu farklı inançlar ve hippiler olunca kahramanların yolu Hindistan’a kadar uzanıyor. Ama orada bitmiyor. Sürprizi kaçırmayayım.
Grangé, “Bu kitapları şiddeti sevdiğim için yazmıyorum elbette. Tam tersi şiddetten korktuğum için yazıyorum. Kötülüğü göstermek istiyorum. Bir katilin asla özrü olmaz. Onun beynine girmek, ruhunu deşifre etmek çok iyimser olacak ama belki şiddeti bir nebze önler” diyor. Yazarla Fransız televizyonunda söyleşiye katılan ünlü oyuncu Sophie Marceau da onun fikrine katılıyor. Roman için yaptıkları konuşmada Marceau, “Korkutmak şiddetten uzak durulmasını sağlayabilir” yorumunda bulunuyor. Grangé, “Kızıl Karma” özelinde ise inancın insanlar için önemli olduğunu ancak sorgulamanın körü körüne inanmaktan, fanatizmden koruyabileceğinin altını çiziyor.
“Kızıl Karma” tarihî atmosferinde ‘68’ ruhunu hatırlatırken o günleri sorgulamayı da ihmal etmiyor. Bununla da kalmayarak çocukluk travmalarının, ölümsüzlük arayışının, yüce olma tutkusunun ve biat kültürünün şiddetten bir girdap oluşturabileceğini söylüyor. Kitabın adında ‘karma’ geçmesi de manidar. Çünkü yazar ısrarla karmanın bir kader olmadığını belirtip geçmişten gelen yaşantıların, alışkanlıkların ya da hataların sonuçlarının bugünü şekillendirdiğini gösteriyor. Yani bugünkü sonuçlar dün yapılan veya yapılmayanlara bağlı. Bugün yapılan ve yapılmayanlar ise yarını belirleyecek.