Seray Şahinler- Bozlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Şükrü Bozluolcay’ın 1970’lerin sonunda henüz tıp fakültesi öğrencisiyken filizlenen sanat tutkusu, 40 yıl boyunca Türkiye’deki sanatın seyrine ortak oldu. Bozluolcay’ın klasiklerden moderne uzanan koleksiyonu 2013 yılında kapılarını açan Bozlu Art Project ile sanatseverlerin ilgisine sunulmaya devam ediyor. Bozluolcay ile yeni sergileri “Suretimin Resmidir”de buluştuk; hem koleksiyon serüvenini hem sanat tutkusunu konuştuk.
*Koleksiyonerlik maceranız nasıl başladı?
1978-1981 arası tıp fakültesinde öğrenciyken o günkü adıyla Amirol Bristol Hastanesi; bugünkü Amerikan Hastanesi’nde üroloji asistanı olarak çalışıyordum. İstanbul’un popüler hekimleri o hastanedeydi ve o hekimler benim gözümde hep farklıydı. Toplum içindeki görüntüleri de farklıydı. Ben gözlemi seven bir insanım. Gözlem yapmak bana zevk veriyordu, beni zenginleştirdiğini hissediyordum. Meslek başarısının yanında o insanları ne besliyor diye gözlemlerken hekimlerin birçoğunun sanatsever olarak aktif görev aldığını gördüm. Türkiye’de koleksiyoner diyebileceğiniz kesimin önemli zümresi o dönemde hekimlerden oluşuyordu. İnsanı daha farklı bir yere koymaya çalışan nedir diye düşünürken o insanlarla muhabbet etmek, gözlem yapmak, okumak ve resimleri görmek beni birdenbire bu dünyanın içine attı. Sanatçıların atölyesine gidip gelerek, kendi ekonomimin yettiği kadar onlardan resimler alarak bu işe başlamış oldum.
*Motivasyonunuz neydi peki?
Okumak ve görmek. O zamanlar da yurt dışına çıkma fırsatım olurdu. Seyahatlerimi uzatarak müzelere, galerilere gidip ne yapmışlar diye bakardım. Gözü terbiye etmek yani. Bunun karşısında Türkiye’de ne var ne yok, kim kimden nasıl etkilenmiş ya da nasıl taklit etmeye çalışmış bunları gözlemledim. Kendimi hâlâ tam bir koleksiyoner olarak görmüyorum. Ama sıfırdan başlayarak bir koleksiyonerin geçirmesi gereken her kademeyi geçirdim. Daha alınacak çok yol var; kolay değil. Bu hem ekonomik hem zaman hem sevda olarak bir adanmışlık işi.
*Terapi gibi…
Evet kesinlikle. Pandemide yaşadık; insanlar tutunacak bir dal aradı, o dal bizde vardı. Bu heyecan beni çok rahatlattı. İnsanın ana işinden başka mutlaka çok iyi yaptığı ya da yapmaya gayret ettiği ikinci bir dünyasının olması çok önemli. Bir fikir bir fikri doğurdu. Bu kadar eseri aldım ama bunları profesyonel bir çerçevede kurumsal kimliğe dönüştürmek gerekir diye düşündüm. 10 sene evvel tesadüfen bir söyleşi aracılığıyla Oğuz Bey (Bozlu Art Project direktörü Oğuz Erten) ve ekibiyle tanıştık, bana destek oldular, ve ne var ne yok diye elimizdekilere baktık.
*İlk satın aldığınız eser neydi?
Turgut Atalay’ın atölyesine gitmiştim, 1979 yılında ondan resim aldığımı hatırlıyorum. İlk onunla başladım. Daha sonra klasiklerle devam ettim.
*Neler var koleksiyonunuzda? Ağırlıklı olarak hangi dönemden eserleri seviyorsunuz?
Tabii 40 seneyi geçtik. Klasik, modern, çağdaş var ama şimdi dönüp baktığımda klasikler daha fazla ilgimi çekmeye başladı. Keşke klasiklere daha çok ilgi gösterseymişim.
Hikâyesi olan resimler
Şükrü Bozluolcay ile duvarları birbirinden etkileyici tablolarla donatılmış ofisinde buluştuk. Bozluolcay hikâyesi olan eserlere artık daha çok ilgi duyduğunu söylüyor. Sohbetimiz esnasında duvarda asılı duran bir tablo ilgimizi çekiyor…
Tablonun hikâyesi ise oldukça ilginç. 1890’larda yapılan ve İtalyan bir ressama ait olduğu kabul edilen tablo, moda devlerinden Versace’nin koleksiyonundaymış. Eser Bozlu Art’a gelince ‘Sahibi Halil Paşa olabilir mi’ fikri zihinleri kurcalamış. Bozlu ekibi, 1890’ların Osmanlıca dergilerini araştırırken Halil Paşa’nın Servet-i Fünun’a verdiği söyleşinin bu fotoğrafla basıldığını tespit etmiş. Tablo böylece Bozlu Art Project aracılığıyla hem ait olduğu topraklara döndü hem Türk sanat tarihindeki yerini ‘güncelledi’.
Servetin el değiştirmesiyle sanat moda oldu
*Koleksiyonerlikteki süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Turgut Özal’ın gelişiyle evler, duvarlar büyüdü ve daha büyük resimlere ihtiyaç duyuldu. O yıllarda, servetin el değiştirdiği dönemde, herkes ait olduğu sosyal sınıfı yükseltmek için farklı şeylere ihtiyaç duydu, sanat da bunlardan biriydi. Bilen aldı, bilmeyen aldı; evimin rengine uysun, çerçevesi duvarıma uygun diye düşünen aldı. İyi şeyler de oldu tuhaf şeyler de… Sahtecilik de başladı. Beklemediğiniz insanlar bu işe bulaştılar. Benim bir küsüşüm, piyasadan kesilme dönemim oldu o sıralar. Ama aynı zamanda iyi bir şey oldu; çağdaş sanat yükselmeye başladı.
Şundan hiç vazgeçmedim; satın aldıklarım büyük oranda yerli eserlerdir. Yabancı sanatçılardan aldıklarım da var ama eserlerimin büyük bölümü yerli. Hep söyleriz ya “Türk sanatı bir deniz ise yurt dışı sanatı bir okyanustur” diye. Biz kendi suyumuzda yüzmeye çalışıyoruz. Yabancı eserleri alıp satanlara da hiçbir lafım yok elbette, Türk sanatının ilerlemesi için bunlar da şart. Ama ben yerli kalmayı tercih ediyorum. Türkiye’de çok iyi koleksiyonlar var. Ama kim biliyor, kim görüyor? Bunları görülebilir hâle getirmek ve daha da önemlisi kitaplaştırmak gerekiyor. Türkiye’de bunun noksanlığını çekiyoruz. Bir eserin resmî kaynağını takip etmeye başladığınızda birinci veya ikinci elde tıkanıyorsunuz. Oysa Batı’da 1600 yılında yapılmış bir eseri bile kimin kaça aldığı, kime sattığı, kaç kere el değiştirdiği konusunda bütün bilgiler vardır. Ama Türkiye’de bir kişi “Tamam” diyorsa o esere milyonlarca lira ödeniyor. Yazılı kayıt ve sertifikasyon gerek.
*Bugün, geçen 40 yıla bakınca ne görüyorsunuz?
Göz eğitimime devam ediyorum. O da bana çok şey katmaya devam ediyor. Nereye, hangi resme nasıl bakmam gerektiğini artık içgüdüsel olarak gerçekleştiriyorum; bu da 40 yıl içinde oluştu elbette.
*Bozlu Art Project, koleksiyon sergileriyle İstanbullu sanatseverlerin severek gezdiği samimi mekânlardan biri…
İnsanlar ne aldığını, ne almak istediğini artık biliyor. Buradan maddi bir beklentimiz yok. Ama sürdürülebilirlik çok önemli. Benim merakım var, fedakârlık yapıyorum ama çocuklarım ilgilenmeyebilir. 50 sene sonra ne olacak diye hesaplamak lazım. Keşke çok güzel müzeler olsa da bir salonu tamamen biz bağışlasak; o salona bizim adımız verilse… Bundan daha büyük zenginlik olabilir mi? Beş imparatorluk yaşamış bir şehirdeyiz. Dünyada böyle bir şey yapılacaksa İstanbul’da yapılmalı. Biz de bu amaçlarla başladık, yolumuza devam ediyoruz.