Pasaportta iki buçuk saat bekletildikten sonra suratlar asık. Memlekete gelmek iyi de dönüşte sıkıntı büyük. Cennet vatana girerken de Türk vatandaşları sırası hayli kalabalıktı ama en azından akıyordu. Yoğun akıcı. Ancak İngiltere’ye giriş yoğun ve durgun. Mıh gibi duruyor kuyruk. Elde çantalar oflaya poflaya saatte beş metre ilerliyorsun. Çişi gelen çocuklar, derdini anlatacak görevli arayan anne babalar… Yaşlılar çantaların üzerine oturmaya çalışıyor. Yorgunluk var ama önce şu sırayla gidiyor duygular: İnkâr, öfke, pazarlık, depresyon ardından kabullenme. Kabullenince de yorgunluk geliyor. Üstelik daha yolu yarılamadık bile.
Kuyrukta kim kim miyiz? Muhtelif Asyalılar, Ruslar, Ortadoğu’dan gelenler (fakir ülkelerden gelenler ama, zengin ülkelere zaten vize yok) ve biz Türkler, beklemeye mecburuz. Dünyanın bekleyenleriyiz biz.
Avrupa’ya, İngiltere’ye, Amerika’ya giderken bir bakın (Dubai’de de bekletilmiştik gerçi, Türk’seniz coğrafya önemli değil) kimler hemen pasaportunu gösterip şak diye geçip gidiyor, kimler beklemede. Dünyanın halini anlarsınız. Başka belgeye gerek yok. Hep biz bekliyoruz elde pasaport öfleye püfleye, çantalar sırtımızda, torbalar elimizde.
Geldikçe geliyor fakir ülkelerden, sorunlu ülkelerden, istenmeyen ülkelerden, yaramaz ülkelerden yolcular. Kuyruk şiştikçe şişiyor. Türkler arasında ufak kavgalar başladı. Yetmezmiş gibi arkamdaki emlakçı kadın tapu sorununu çözmeye çalışıyor. Beşiktaş’ta bir adamı var Adil Bey diye, habire onu darlıyor kuyruktan: “Adil Beyciğim karı koca boşanmış, ayrılınca şerh koydurmuşlar. Sonra barışıp yeniden evlenmişler. Şimdi şerhi kaldıramıyorlar satış gerçekleşemiyor. Ne yapacağız? Mahkeme mi kaldıracak Web Tapu’dan mı kaldıracaklar?” Bilmediğim ayrıntı kalmadı. Evin nefis manzarası varmış. Dayalı döşeliymiş. Bir sandalyenin fiyatı 2000 avroymuş. İstenirse kalabilirmiş hepsi. Ben bunları neden biliyorum acaba? Çünkü sıra ilerlemiyor, kadın bağıra bağıra konuşuyor ve yüzlerce “sıkıntılı ülke vatandaşı”na sadece iki kişi bakıyor, Avrupalılara ve diğer zengin ya da tuzu kuru ülkelerin vatandaşlarına 20.
Dikkat ettim, Türkler en mutsuz olanlarız. Ruslar, Asyalılar, az ilerideki Mısırlılar sakin, sohbet ediyorlar, gülüşüyorlar. Bizde herkes gergin. Gergin doğmuşuz ya da zamanla öyle olmuşuz.
Sonunda sıra geldi. Memur bizi aldı. Ekranına bakıyor da bakıyor. Gözüm yandaki memurun önünde duran genç anne ve iki çocuğa ilişti. Kulak misafiri oldum. Adam soruyor nereden geliyorsunuz? Kiev dedi kadın. Polonya’ya geçmişler, oradan da Londra. Üç aydır İngiltere’de yaşıyormuş. Hemşirelik yapmaya başlamış galiba. Çocuklarını getirmiş. İki küçük çocuk. İngilizce yok denecek kadar zayıf. Anlatıyor derdini. Neşeli, umutlu, hayat dolu. Kim bilir ne yaşadı? Ülke işgal altında. Kim öle kim kala belli değil. Ama gülüyor. Gözleri gülüyor hepsinin.
Biz saatlerce somurttuk, neden? Bekletiyorlar, şu bu…
Kadın Kiev’den iki çocukla bir bilinmeze doğru yola çıkmış. Kim bilir başına neler geldi. Ama gülüyor.
Biz daha kuyruk sınavını geçemedik.