Hafta sonu binlerce, hatta on binlerce İsrailli, Gazze’ye doğru yürüyüşler yaptı, yardım götüren konvoyları durdurdu, yardım kutularını parçaladı.
Bu sözüm-ona protesto hareketi yeni değil. Küçük gruplar, aylardır yardım konvoylarının önünü kesiyordu. Ancak protestocular artık cesaretlenmiş görünüyor; kamyonları durdurmakla kalmıyor, kapılarını açıyor ve içindekileri parçalıyor. Kan, serum, ilaç ve gıda maddeleri yollara saçılıyor, toplansa bile kızgın Ortadoğu güneşi altında birkaç saatte tümü kullanılamaz hale gelmiş oluyor.
Gazze de Batı Şeria gibi İsrail işgali altında, yasadışı yerleşime açılmış ve köktendinci Yahudiler, “kitabın emrini,” yani Yehova’nın bütün Filistin Yahudi toprağı olursa, ancak o zaman vaat edilen diğer topraklara (örneğin ta Kayseri-Erzurum hattına kadar, Fırat ile Dicle’nin arasına) yerleşmeye izin vereceği inancını yerine getirmek üzere harekete geçmişlerdi. 1970’te başlayan Batı Şeria ve Gazze işgalinde on binlerce Arap evlerinden, çiftliklerinden atılmış ve Mısır’a, Ürdün’e, Lübnan’a sürülmüştü.
12 Eylül 2005’te, o zamanki başbakan Ariel Şaron, “Geri çekilme” planını uygulamaya koymuştu. Şaron’un oğlu, Gilad Şaron, yıllar sonra yazdığı kitapta babasının Gazze’den vaz geçmesinin sebebinin İsrail’in, Güney Afrika gibi bir Apartheid (Irk ayrımı) ülkesi ilan edileceği korkusu olduğunu açıklamıştı. İsrail 22 bin kilometrekare Filistin’i işgal edip, bir tek Müslüman bırakmadıktan sonra Kadıköy’den küçük, 365 kilometrekare Gazze’yi işgalden vaz geçerek ülkesinin üzerinden, güya, ırkçılık lekesini kaldıracaktı.
Kaldıramadı. Geçen yazımda kitaplarından söz ettiğim Şikago Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. John Mearsheimer, İsrail’in bugün Müslümanları hapsettiği Gazze açık hava hapishanesi ile bir Apartheid ülkesi olduğunu yazıyor, söylüyor. Sadece o değil, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu, Uluslararası Af Örgütü daha bir çok resmi ve resmi olmayan kurum ve kuruluş, İsrail’i ırk ayrımı damgasıyla damgaladı. İsrail yıllardır bu leke ile yaşıyor; ama görüldüğü gibi bir şeylerin değiştiği yok.
Tersine, 7 Ekim baskını sırasında gösterdiği askeri acz ve beceriksizliği kazanca çevirmek ve Gazze’yi de yeniden işgal altına alarak, Musevi yerleşimine açmak isteyen İsrail hükumeti, bunun ilk adımı olarak, bombardımanla çocukları ve kadınları öldürmek, bir süre de olsa Müslüman nüfus artışını durdurmak istedi. Okulları, hastaneleri, su arıtma ve kanalizasyon altyapısını tahrip ederek, Gazze’deki 4-5 kent ve kasabayı yaşanmaz hale getiren İsrail, bölgeye yardım girişini durdurarak halkı açlıkla karşı karşıya bıraktı. Sandılar ki, aç kalan halk evini barkını terk ederek kaçacak. Gazzeliler kaçmadı.
Göklerden ölüm yağarken, açlık ve susuzlukla karşı karşıya iken, kahraman Gazze halkının topraklarını terk etmemesinin sırrını bilmiyoruz. Yahudi yerleşimciler, yani işgalci Yahudiler, ilaçlarını, ilk yardım malzemeleri, unlarını, şekerlerini yok etmeyi sürdürürken Gazze halkı nasıl direniyor?
İsrail’deki Musevilerin hepsinin işgalci-katil Netanyahu ve ona destek sağlayan Siyonistler gibi Müslüman düşmanı, insanlık düşmanı olmadığı açıktır. Ne var ki Netanyahu’nun planı uygulandığı ve 49 ülkedeki 2 milyar Müslüman bu soykırımına seyirci kaldığı sürece, sadece Siyonistlerin değil ama bütün Musevilerin adı, vicdanı, belleği lekeleniyor.
İsrail, bu leke ile nasıl yaşayacak?