Ümran Avcı – “Hayatımda vicdan sahibi bir tarafım varsa Kemalettin Tuğcu’nun romanlarına çok şey borçlu olduğumu düşünüyorum…” Selim İleri bir röportajında bu cümlelerle anmıştı 1996 yılında aramızdan ayrılan Kemalettin Tuğcu’yu. Orhan Pamuk ise yazarın kitaplarının üzerindeki etkisini, “Boğazda hafif bir düğümlenme, bazen gözlerde belli belirsiz nem, yoksullara acıma ve bir suçluluk duygusu, ahlaklı, dürüst, çalışkan ve iyi vatandaş olma isteği” sözleriyle anlatmıştı.
Övüldüğü kadar yerilen de bir isimdi Kemalettin Tuğcu. Çoğu kez eserlerinde duygu sömürüsü yapmakla suçlandı. Bir dönem gençliğinin çok okunan kalemi Kemalettin Tuğcu’nun hayatı, yeğeni gazeteci yazar Nemika Tuğcu tarafından kitap hâline getirildi. Tuğcu, “Sırça Köşkün Masalcısı” adlı kitabında hem bu eleştirilere cevap veriyor hem de okuru ömrünü çocuk kitaplarına adayan amcasının iç dünyasına ortak ediyor. 20 yıl aradan sonra yenileyerek yayımladığı kitabında Nemika Tuğcu, amcasının acı ve ızdıraplı yıllarına odaklanıyor. Amcasının yazı dünyasına sığınarak acılarını göğüslemeye çalıştığını anlatan yeğeni, yazarın yaşamındaki bilinmeyen yönleri de ortaya çıkarıyor. Bacağındaki engelin yanı sıra ilerleyen yıllarda görme yetisini de kaybeden Tuğcu’nun sarsıntılarını gösteriyor.
Nemika Tuğcu’nun anlatımıyla, Kemalettin Tuğcu, 1902’de Çengelköy’de, dedesinin köşkünde iki ayak tabanı içe dönük olarak doğdu. Eve gelen bir çıkıkçı bebeğin ayaklarını bir tahtaya sarıp bir ay sonra düzeleceğini söyledi. “Sargıları açacak olursanız çocuk sakat kalır” diye de uyardı. Babası eve geldiğinde oğlunun feryatlarını duyunca sargıları kesip attı. Yıllar sonra Tuğcu bu olayı, “Babam merhametten mi yoksa ağlamama sinirlendiği için mi bilmem sargılarımı açmış, o yüzden sakat kaldım. Bu sakatlık yüzünden gençlik hayatımı yaşayamadım ve okula da gidemedim. Çünkü her iki ayağımda da yaralar açılır, aylarca yürüyemezdim. Ancak evin içinde dizlerimin üzerinde dolaşabiliyordum” diye anlatacaktı. Hatta bir söyleşisinde herkesten, bazen bir çocuktan bile kaçtığını söyleyecekti.
Babasını affetmedi
Nemika Tuğcu kitabında “Sakatlığına neden olduğu düşüncesiyle babasına nefret duymuştu amcam. Ayaklarında açılan yaralar nedeniyle devam edemediği okuldan gelen sesleri, ağaçların arkasına saklanıp dinlediğini anlatırdı. Kısa bir süre Galatasaray Lisesi’ne devam etmiş. (…) Kendisiyle alay eden bir çocuğu ağaca yaslayıp nefessiz kalıncaya dek sıktığını, bağırması üzerine gelip çocuğu kurtardıklarını anlatmışlardı. (…) Hayata tutunabilmesinin tek çaresi yazmaktı. Yazma isteği geldiğinde eskisini yakıyordu. Çünkü o yaşanmış ve bitmişti. O nedenle yazdıklarını okumuyordu. Ayağındaki sakatlık ömrü boyunca taşıdığı bir kederdi. Ruhuyla, bedenini aşıp koşmak istiyordu. Sağlam insanlar gibi işine gidip gelse de yüzlerce kitaba imza atsa da iyi bir aile reisi olsa da sakatlığı nedeniyle yapamadığı her şey, talihsizliğine duyduğu öfke, hüzün, keder, acı olarak yansıyordu yazdıklarına. Bu yüzden insanlardan kaçmış ama sonunda hayatı sevmişti. Hayatı sevdiğini söylediğinde 80 yaşını aşmıştı” diyor. Her şeye rağman kendi kendini eğitiyor Tuğcu. Eski yazıyı, Latin harfleriyle okuyup yazmayı ve Fransızcayı öğreniyor. Evlenip iki çocuk babası oluyor. Tespihçilik, duvarcılık, marangozluk yapıyor. 1928 yılında Devlet Demiryolları’nda ambar memuru olarak işe başlıyor. Oradan da emekli oluyor.
Haklarını alamadı
Yeni baskısı için kaleme aldığı önsözde amcasına karşı yapılan eleştirilere serzenişte bulunuyor Nemika Tuğcu; “50 yılı aşan bir sürede çocuklar için yayımlanmamış olanlarla birlikte toplam 439 kitap yazan Kemalettin Tuğcu edebiyat kanonu dışında değerlendirilmiş, çok okura ulaştığı için değil ‘çok sattığı için’, duygu sömürüsü yaptığı suçlamasıyla eleştirilmiştir. Yazdıkları eleştirmenlerce değerlendirilmemiş, kitapları editoryal bir çalışma yapılmadan, özensiz baskılarla okura ulaşmış, yine de 1980’li yılların ortalarına değin çok satılmış, çok okunmuştur” Tuğcu ayrıca amcasının yayınevlerini zengin ettiğini ama kitaplarından hak ettiğini alamadığını belirterek yeni bir tartışma konusu açıyor.