Prof. Dr. Barış Erdoğan – Yerel seçimlerde oyumuzu belirleyen faktörler nelerdir? Duygularımız mı yoksa aklımız mı? Seçim kampanyasında adayın gösterdiği başarı mı, sadece parti amblemi mi? Ekonomi sandığı ne ölçüde etkiler? Bu ve benzeri sorulara yanıt aramalıyız. Aksi takdirde her seçim sonrası olduğu gibi bazıları seçmeni anlamadan yargılayacak. İşine geldiği gibi onu ya yerecek ya da övecek. Tabii ki burada “seçmen” derken aklı, ruhu olan belli bir kişiden bahsetmiyorum. Genel bir durumu anlamak için seçmen kavramını kullanıyorum.
Öncelikle şunu hatırlayalım. Yerel seçimlerin dinamikleri genel seçimlerden çok farklıdır. Özellikle orta ve küçük ölçekli yerlerde seçmenler adayın siyasi eğiliminden ve partisinden daha çok kişisel geçmişi, ailesi, aşiret bağları, mezhebi, cinsiyeti gibi faktörlere önem verir. Büyük şehirlerde ise seçmenler adayın kişisel özelliklerinden ziyade bağlı olduğu siyasi partiye daha fazla ilgi gösterir. Bu nedenle partilerin büyük şehirlerde genel ve yerel seçimlerde aldıkları oy oranları birbirine yakındır. Ancak küçük şehirlerde aday faktörü nedeniyle büyük farklar görülebilmekte.
Peki seçim kampanyaları ve vaatler seçmenin oy kararını değiştirir mi? Sanılanın aksine seçim kampanyaları seçmen davranışlarını düşünüldüğü kadar çok etkilemiyor. Kimse sokaklara asılan afişlere bakıp, gümbür gümbür çalan müziklere, anonslara kulak kabartıp partisini ya da en azından siyasi eğilimini kolay kolay değiştirmiyor. Kampanya başlamadan önce seçmenin aklında ve gönlünde zaten bir partisi var. Seçmenin kafası karışık da olsa en azından ailesinden miras aldığı ya da sosyal çevresinden edindiği birtakım siyasal eğilimleri bulunmakta. Özellikle aile, iş arkadaşları ve diğer tanıdıklarla kurulan rutin kişisel ilişkiler seçmenin oy rengini etkiliyor. Günümüzde herkes sosyal medyanın gücünden bahsediyor. Ancak burada da seçmen kendine benzer kişilerle etkileşim içinde olduğundan yankı odalarının içinde farklı görüşlerle pek tanışamıyor. Projeler, vaatler çoğunlukla seçmenin var olan eğilimlerini pekiştiriyor. Günün sonunda seçmen bizim taraf ne yaparsa yapsın karşı tarafın daha kötü olduğuna ikna oluyor.
Bu nedenle kampanyaların iki temel amacı var. İlki karasız seçmeni ikna etmek; ikincisi ise benzer görüşteki bir siyasi partiye gidebilecek oyları kendi lehine çevirmek. Zira son yıllarda siyasal kutuplaşmanın artmasıyla birlikte birçok kararsız seçmen duygusal olarak sıkışmış halde. Bir yandan memnun olmadığı partiyi ya da adayı cezalandırmak istiyor, diğer yandan varoluşsal korkuları nedeniyle bulunduğu mahalleden çok uzaklaşmak istemiyor. Bu nedenle kendini sağ ve sol, muhafazakâr ve seküler gibi karşıt siyasal çizgiler arasında konumlandıran seçmenin karşı tarafa geçişi hiç kolay olmuyor. Ayrıca bu korkular nedeniyle birçok seçmen karşı siyasi çizginin adayı kazanmasın diye stratejik oy kullanıyor. Karar anı geldiğinde mührünü gönlünde ilk sırada olmayan fakat kendi cenahının en güçlü görünen adayına basıyor.
Herkesin aklında olan bir soru ise “Ekonomi seçmen davranışı üzerinde ne kadar etkilidir?” Ekonomi genel seçimlerde olduğu gibi yerel seçimlerde de seçmen davranışlarını belirleyen en önemli unsur gibi görünür. Ancak burada gözden kaçan bir husus var. Eğer seçmen uluslararası bir kriz veya varoluşsal bir tehdit algısı içindeyse maddi çıkarlarından daha çok toplumsal ve ideolojik değerlerini ön planda tutar. Son seçimler bize bunu gösterdi.
Sonuç olarak kanaatim yarın gerçekleşecek yerel seçimlerde seçmen duygularına, kişisel ve toplumsal değerlerine en iyi hitap eden adaylara yönelecek.