On binlerce kelimesi olan zengin bir dilimiz, zengin bir kültürümüz var.
Peki, kaç kelime ile konuşuyor, kaç kelime ile yazıyor, kaç kelime ile kendimizi ifade ediyoruz?
Bu zor sorunun cevabını Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin verdi.
Tekin, önceki gün Ankara’da yaptığı uzunca bir konuşmanın bir yerinde bu konuya yer verdi.
Gelin habere hep birlikte göz atalım:
Salonda bulunan öğrencilere, “Çocuklar, her ne yapıyorsak sizin hayrınız, sizin iyiliğiniz için yapıyoruz. Türkçe ile Türk Dili ve Edebiyatı derslerine ilişkin düzenleme de bunun bir parçası.
Türkiye’de sokağa çıkılıp sorulduğunda herkes, ‘Biz yabancı dil eğitimini veremiyoruz. Lisans dâhil 16 yıllık eğitim sürecinde alınan yabancı dil eğitimine karşın neden iki kelime konuşulamıyor’ diye eleştiri getiriyor.
Çok doğru. Biz de şöyle düşünüyoruz.
Peki acaba bizim gençlerimiz ortalama kaç kelimeyle konuşuyor, yabancı dili kaç kelimeyle konuşmasını bekliyoruz?
Ortalama gündelik dilde 100 kelime civarında bir kelime haznesiyle konuşan bir çocuğun 300-500 kelime haznesiyle yabancı dille konuşmasını beklemek doğru mu? Dolayısıyla önce çocuklarımızın, gençlerimizin ana dilini, ana dil becerilerini geliştirmelerini arzu ediyoruz. Sizin için de bunu istiyoruz…”
100 kelime?
100 hadi bilemediniz birkaç yüz kelime ile konuşuyor olmak ilk anda abartılı gibi gelebilir ama bunu telaffuz eden kişi sıradan biri ya da muhalefet değil. Öyle olsa abartıyor diyebilirsiniz.
Oysa bunu büyük bir cesaretle dile getiren, adeta ‘kral çıplak’ diye haykıran kişi, bizzat çocuklarımızın eğitiminden ve gelişiminden sorumlu kişi yani Milli Eğitim Bakanı.
Tespit ve teşhis doğru.
Peki ya tedavi?
İşte bu noktada olabildiğince ayrıntılı düşünmek gerekiyor.
Daha da önemlisi çocuklarımızın 100 kelime ile konuşmalarına neden olan ortamın iyi analiz edilmesi olmazsa olmazların başında geliyor.
Bu konuda pek çok saptamada bulunulabilir ama en önemlileri sanki şunlar:
Sınav odaklı eğitimin öğrenme odaklı eğitimin önüne geçmesi
4, 5 seçenekli test sistemi
Sosyal medya
Okuma ve yazmaya verilen önemin azalması
Gazete, kitap, dergi ve benzeri yazılı materyallere olan ilgi ve motivasyonun yaratılamaması
Okuyanın ödüllendirilmemeli tam aksine ‘boşa zaman kaybı’ yönünde bir algının oluşması
Konuşulan, yazılan kelime sayısına değil cepteki paraya ve kılık kıyafete bakılması…
Nerede hata yaptık?
İlk ayeti “oku” diye başlayan bir dine, “İlim Çin’de de olsa gidip alınız”, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum”, “Hiç bilen ile bilmeyen bir olur mu?” diyen kadim bir kültüre sahipken nasıl bu noktaya geldik?
Önemli olan durum tespiti ve bunun halı altına süpürülmeden tam aksine kabullenilmesiydi ki, bunu başardık.
Eminiz ki de devamı gelecektir.
Peki, Türkçe geçme notunun 70’e yükseltilmesi tek başına yeterli olacak mı?
Değerli bir adım ama yeterli değil.
Daha önce de denendi olmadı.
Hatta bir ara üniversitelerde de benzer bir adım atıldı ama işe yaramadı ve bugün bu noktaya gelindi.
Türkçe okul öncesinde, okuma yazma sevdası da ilkokulda kazandırılmalı. O da olmadı en geç ortaokulda bunu sorun olmaktan çıkarmak gerekir. Yoksa geç kalınmış olur ve ne yaparsanız yapın işe yaramaz!
En önemlisi de en temel vatandaşlık sorumluluğu çerçevesinde ele alınması gereken bu vahim durumdan kurtulmaya ne sadece Milli Eğitim Bakanlığı’nın ne de devletin gücü yeter. Topyekûn bir seferberlik şart. Bu yöndeki çabaları herkesin desteklemesi gerekir.
Dil, bir merdivenin ilk basamağı ya da evin temelidir, eğer o sağlam değilse her türlü riske açıksınız demektir…
Özetin özeti: Yapacak çok iş var. Hele binlerce kelimelik aktif okuma, yazma ve konuşma konusunda!..