İstanbul’un tılsımlı sütunları! Fark etmeden yanından geçip gidiyoruz ama işte gerçek

Fazilet Şenol / Milliyet.com.tr – Tarih boyunca tüm dünyanın cazibe merkezi olarak gördüğü İstanbul, bugüne kadar birçok eser, şiir ve anlatıya ev sahipliği yaptı. Yıllar yılı Avrupa ve Asya kıtaları arasında köprü olan şehri es geçmeyen isimlerden biri de ‘Seyahatname’ eseriyle 17’nci yüzyılı aktaran Evliya Çelebi‘ydi. Ünlü gezgin, kitabının ilk cildinde İstanbul’a yer verirken kendine has üslubuyla, kurgu ve gerçeği harmanlayarak mitsel anlatı oluşturdu. Eserinde İstanbul’daki 17 sütundan ve bunların tılsımından bahseden Evliya Çelebi’ye göre, doğaüstü güçleri olan bu sütunların hem İstanbul hem de bu şehir halkı üzerindeki etkileri büyüktü. İşte hastalıkları, salgınları, doğal afetleri önleyen, insan ilişkilerini dahi iyileştiren İstanbul’un tılsımlı sütunları.

KITLIĞI ÖNLEYEN SÜTUNLAR

Evliya Çelebi ilk tılsımlı alamet olarak kitabında, üzerinde Yanko’nun şehri fethetme tasvirleri yer alan Avratpazarı’ndaki (bugünkü Haseki) sütundan bahsetmişti. Evliya Çelebi’nin anlatımına göre günümüzde artık yerinde olmayan bu sütunun tepesinde şehirde kıtlık yaşanmasını önleyen peri yüzlü güzel bir mermer heykel bulunuyordu.

Rivayete göre kıtlık anında heykelin feryadı bütün kuşları etrafında toplar ve yüz binlercesi yere düşerdi. Düşen bu kuşlar İstanbullu Rumlar tarafından toplanır ve tüketilirdi. Bu heykel, Hz. Muhammed’in doğumu esnasında mucizevi bir şekilde yıkıldı.

Evliya Çelebi’nin kitabında bahsettiği Çemberlitaş Sütunu’nun da kıtlığı önleyecek bir tılsım taşıdığına inanılırdı. Rivayete göre bu sütun Hz. Muhammed’in doğumuyla zarar görse de zaman içinde tamir ettirilmişti. Sütunun tepesinde sığırcık şeklinde bir tılsım yer alıyordu. Bu kuş yılda bir kere kanat çırpıp haykırdığında bütün kuşlar gaga ve ayaklarıyla kente zeytin taşımakla yükümlüydüler.

DÜŞMANLARDAN KORUYOR, LEYLEKLER YUVA YAPAMIYORDU

Evliya Çelebi’nin anlatısında Markianos Sütunu, kralın kızının mezarını karınca ve yılanlardan korumaktaydı. Altımermer’de bulunan yedi tılsımlı sütunun beşinin üzerindeki hayvan tasvirleri sayesinde İstanbul düşmanlardan korunur ve şehirdeki düzen devam ederdi. Tunçtan bir karasinek tasviri olan dördüncü ve sivrisinek tasviri olan beşinci tılsım, İstanbul’a sinek ve sivrisineklerin girmesini engelliyordu. Leylek tasviri olan altıncı tılsım, kente diğer leyleklerin yuva yapmasına mâni oluyordu.

Yedinci tılsım, tunçtan bir horoz tasviriydi. Bu horoz öttüğünde şehirdeki tüm horozlar ona eşlik ederler ve böylece müminleri kalkıp sabah namazına gitmeleri için uyandırırlardı. Bir kurt tasviri olan sekizinci tılsım ise İstanbul’daki koyunların güvenliğini sağlıyordu. Bu sayede koyunlar çobansız bir şekilde gezebilirdi.

TILSIMLI SÜTUN YIKILDI, VEBA YAYILDI

Evliya Çelebi’nin Altımermer’de bahsettiği son iki tılsım ise insan suretindeydi. Dokuzuncu tılsımda genç bir çift bulunuyordu ve çiftlerin aralarına soğukluk girdiği zaman bu tılsım vesilesiyle barışacaklarına, hayatlarına mutlu şekilde devam edeceklerine inanılırdı. Onuncu tılsım ise tam tersine yaşlı bir çifte işaret eder ve sorunlu ilişkilerin ayrılıkla neticelenmesine neden olurdu.

On birinci sütun, bir kâhin tarafından vebayı önlemek için tılsımlanmıştı. Bu sütun Sultan Bayezid tarafından yıktırılarak yerine hamam yaptırılmıştı. Sütunun yıkılmasından sonra Bayezid’in oğlu hayatını kaybetti, ardından tüm İstanbul’da veba salgını başladı.

Bir ifritin tasvirini içeren on ikinci sütun kıtlığı önleyici bir güce sahipti. On üçüncü tılsımda ise Koncolos (Yunan, Bulgar, Türk ve Anadolu halk kültürlerinde kışları ortaya çıktığına inanılan, tüylerle kaplı bir yaratık) bulunuyordu. Çocukları korkutmak için icat edilmiş hayali bir varlık olan Koncolos’un bulunduğu on üçüncü tılsımı Evliya Çelebi ibret verici olarak tanımladı. Ancak tılsımın insanlar üzerinde nasıl bir etki uyandırdığından bahsetmedi.

ŞEHRİ AKREP VE YILANLARDAN KORUYORDU

On dördüncü tılsım Ayasofya Camii’nin güneyindeki dört sütunda yer alan dört melek tasviriyle ilgiliydi. Melek heykellerinin her biri farklı yöne bakıyordu. Cebrail, Mikail ve İsrafil’in baktığı yönler tılsımın etki alanını belirtiyordu. Buna göre tılsım meleklerin kanat çırpışlarıyla ortaya çıkar ve baktıkları yöne tesir ederlerdi. Cebrail doğuda bolluğa, İsrafil batıda kıtlığa neden olurken Mikail’in kanat çırpışı kuzeyde bir isyancıyı ortaya çıkartırdı. Azrail ise kıtlığın habercisiydi. Kalenin korunmasında ve şehrin düzeninin sağlanmasında etkili olduğu söylenen on beşinci tılsım, Atmeydanı’ndaki Milyonpar sütunundaydı.

On altıncı tılsım, I. Theodosius tarafından dikilen Mısır Dikilitaşı rivayete göre taşın üzerine bir kâhin tarafından çizilen yaratıklar kentin ve hükümdarların geleceğine ilişkin haberler veriyordu. Evliya Çelebi’nin bahsettiği son tılsımlı sütun Yılanlı Sütun’du. Üzerinde üç başlı bir ejderha heykelinin bulunduğu bilinen bu sütun, yılan, akrep ve bütün zehirli hayvanları şehirden uzak tutuyordu. Fakat bir başı koparılmış, dolayısıyla tılsımın gücü zayıflamış olduğu için şehri yılanlar basmış, kalan diğer iki baş sayesinde şehir diğer zararlı hayvanlardan korunabilmişti.

Tılsımları hikâye ve tarih anlatımının bir parçası olarak değerlendiren Sanat Tarihçisi Hayri Fehmi Yılmaz, Osmanlıların, Osmanlı öncesi kent tarihi hakkında pek bir şey bilmediğini, bildiklerinin pek de gerçek bir kaynağı olmayan Bizans tercümelerine dayandığını bu sebeple böylece bir hayali geçmiş yazıldığını söyledi.

Modern öncesi tarih anlayışında böyle bir anlatı vardır. İstanbul çok büyük bir kent olduğu için çok dilli çok kültürlü çok geniş bir coğrafyanın merkezi konumundaydı. Bundan dolayı dünyanın birçok yerindeki hikâyeler de İstanbul’a üşüşüyordu. İstanbul halkı da bunları dinliyordu ve farklı coğrafyadaki birçok hikâye bu şekilde İstanbul’da toplanmıştı” diyen Hayri Fehmi Yılmaz, bu hikâyelerin bir kısmının Osmanlıların oluşturduğunu bir kısmının da Akdeniz coğrafyası için söylenen hikâyeler olduğunu belirtti.

‘HİKÂYELER ASLINDA ZARAR GÖRMELERİNİ ENGELLİYOR’

Bahsedilen tılsımların kentin ortasında duran anıtlar olduğunu ve kent tarihinin ilginç bir parçası olarak görüldüğüne dikkat çeken Hayri Fehmi Yılmaz, şu ifadeleri kullandı:

“Evliya Çelebi bunları tılsım olarak tanımlıyor ancak açıkçası ben bunun kent kültürü açısından çok da önemli olduğunu düşünüyorum. Bir açıdan tılsım hikâyesi bu anıtların korunmasını da sağlıyor. Bunlar fonksiyonel anıtlar değil. Örneğin kent surlarını kullanıyoruz işe yarıyor, kiliselerin bir kısmını camiye çeviriyoruz varlığını devam ettiriyor, sarnıçlar su için kullanıyoruz. Dolayısıyla korunup yaşatılıyor. Ancak bu anıtlar öyle değil. Bunlar şehrin ortasında durup doğrudan kimseye faydası olmayan yapıların varlığını devam ettirmesi için böyle tılsımlarla ilgili birtakım hikâyeler anlatılıyor. Bu hikâyeler aslında onların zarar görmesine de engel oluyor. Bu da bir çeşit koruma kültürü gibi geliyor bana. Evliya Çelebi bir meddah gibi insanlara keyifli bir hikâye anlatmaya çalışıyor.”

‘BAZI HİKÂYELERİ İSTANBUL HALKINDAN DİNLEDİ’

Hikayelerin birçoğunu mitoloji olarak kabul edilmesinin ve zengin bir kent kültürünün parçası olarak tanıtılması gerektiğinin altını çizen Hayri Fehmi Yılmaz, anlatılan hikâyelerin bazılarının sonradan eklendiğine dikkat çekti.

“Bazıları Evliya Çelebi’nin gördüğü şeyler olmayabilir. Altı Mermerdeki anıtlar, Avrat Pazarı’ndaki bahsettiği tılsım aslında Evliya Çelebi döneminde ortadan kalkmıştı. Dolayısıyla bunları muhtemelen İstanbul’un halkından dinledi” diyen Yılmaz, şu ifadeleri kullanarak sözlerini noktaladı: “Bu tür hikâyeler eskiden beri vardır. İnsanlar anlamadıkları olağanüstü şeyleri makul anlaşılabilir bir kültüre oturtmak için böyle hikâyeler anlatırlar. İlk Çağ anlatıları kenti süslemek, meydanda bir odak noktası oluşturmak gibi anlamlar taşıyacak şekilde tasarlanmışlardı ama Orta Çağ’da halkın hikâyeyle anlayacakları bir hale getirilerek kent tarihi yazıldı. Günümüzde kent tarihi hem tarihçilerin yazdığı hem de halkın anlattığı şekilde yaşar, bunu da unutmamak lazım.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir