Sabah 7’ye doğru geliyor; Londra’nın batı tarafındaki bir otel odasındayım. Yazıyı yetiştirmem gerek ancak zihnimde düşünceler yarışıyor. Lise yıllarımı geçirdiğim, daha sonrasında yine hiçbir zaman kopmadığım bu şehir ve bu ülkeye altı yıl sonra ilk defa adım attım. Kışın tam ortası olmasına rağmen Londra için yumuşak sayılabilecek bir hava var. Aynı şeyi İngiltere ekonomisi ve sosyal yaşamı için söylemek pek mümkün değil. İlk defa İngiltere’yi bu kadar değişmiş görüyorum. Zorunlu olmadıkça İngilizler değişime çok sıcak bakmazlar. Anlaşılan o ki Brexit ve pandemi bu ülkeden çok şey alıp gitmişler.
Londra’da İngiliz görmek zorlaşmış
Öncelikle, anlayacağınız üzre bu bir Londra ve İngiltere yazısıdır. Hayatının bir döneminde yolu buradan geçmiş olanların kalplerinin derin bir köşesinde iz bırakmıştır bu ülke. Gelenekselcilik ile modernliğin akılcı bir sentezidir İngiltere. En yeni inşa edilen evin 50 senelik olduğu sokaklarda hala kravattan vazgeçmeyen üç parça takım elbiseli bir bankacının yanından geçen her yeri dövmeli ve küpeli, alternatif bir yeraltı partisine giden gençler görebilirsiniz. Gerçi artık Londra’da İngiliz görmek de epey zorlaşmış. İktidardaki Muhafazakar Parti’nin sıkı göç politikasının istenen sonuçları vermediğini görmek için Londra sokaklarında yürümek yeterli olacaktır.
İktidar partisinin işi çok zor
Aslında 14 senedir ülkeyi yöneten partinin istediği sonuçları alamadığı pek çok konu var. 2010 seçimlerini kazanan David Cameron’un referandum kumarından sonra “yanlışlıkla” AB’den çıkan ülkeyi yöneten parti bırakın ülkeyi, kendini bile toparlayamamış. En geç 2025’te yapılması gereken seçimlerde büyük bir yenilgi yaşayacağı tahmin ediliyor. Yıllardır görmediğim bir dostum sağ olsun ilk günümde bana eşlik etti. Queensway’den başladık, Hyde Park’ı sağımıza alarak Marble Arch’a kadar yürüdük. Artık tabii biz de yaşlanıyoruz, metroyla devam edelim dedik.
Bir kere duayen Londra metrosunun ciddi bir yenilenmeye acil ihtiyacı var. Türkiye’deki modern ulaşım ağına çok mu alıştım da gözüme battı ya da gerçekten Londra metrosu mu çok eskidi hangisi olduğundan tam emin değilim ama rayların gıcırtısından kulaklarımı tıkamak zorunda kaldım. Leicester Square’de yürüyen merdivenlerden yukarı çıkarken arkadaşım son birkaç yılda çok fazla Türk’ün geldiğinden bahsediyordu ki tam o sırada “yaa bayıldım çantana” diye bir çığlık duyduk. Müthiş bir zamanlamaydı. AB’den çıkan İngiltere’de artık çoğu Türk’ün gelmek için kullandığı Ankara Anlaşması geçerli değil ancak Yenilikçi Kurucu Vizesi diye başka bir isim altında aynı program devam ediyor.
Arkadaşım dahil konuştuğum herkesin en büyük şikayeti hayat pahalılığı. Gerçekten de gözlerime inanamadığım fiyatlarla karşılaştım. Yaklaşık 20-25 yıldır bazen daha kısa bazen daha uzun aralıklarla gelip giderim, ilk defa bu kadar kısa sürede bu kadar yükselmiş fiyatlar gördüm. Bir tavuk döner ve patates kızartması tabağına 20 pound verdiğime inanamadım. 99p olan sade filtre kahve iki, üç katına çıkmış. Kısacası önce pandemi, sonra Ukrayna savaşının etkileri İngiltere için yıkıcı olmuş. Aynı Türkiye’deki gibi özellikle gıda ve eğlence sektöründe enflasyonun etkisini hissediyorsunuz. Eğlence demişken, yine pandemiden sonra çok sayıda gece kulübü, pub kapanmış. En çok üzüldüğüm ise Liecester Square’in tam köşesinde bulunan ve hayatımda yediğim en güzel döneri yapan Cafe Fiori’nin kapanmış olması.
Ergenliğimi geçirdiğim, her fırsatta ziyaret ettiğim ülkeyi hiç bu kadar keyifsiz görmemiştim. Brexit’in olumsuz etkileri bariz hissediliyor. Son olarak Kanada ile serbest ticaret anlaşması durma noktasına gelmişti, Devlet Başkanı Kral III. Charles olan, NATO müttefiki Kanada ile bile anlaşma yapmak için bu kadar sıkıntı çeken İngilizler Brexit sonrasının ne kadar zor olacağını kestirememiş gözüküyorlar.