Hüznün zarafeti

MÜJDE IŞIL – Hepimizin hayatında “La Dame aux Camelias/Kamelyalı Kadın” ile ilişkili derin bir hüzün vardır mutlaka. Nasıl olmasın ki? 19. YY’ın bu ünlü romanı kendisinden sonra gelen pek çok sanat eserine ilham kaynağı oldu. Kendisini sevdiği erkek için feda eden kadın karakter, Yeşilçam’ın da en sevdiği klişelerdendi. Hangi mecrada olursa olsun bu fedakârlık öyküsü insanın ruhunu delip geçiyor. Böylesine etkili olmasının altında ise gerçek bir öykü var. Romanın yazarı Oğul Alexandre Dumas, babası Alexandre Dumas’nın metresi Laure Labay ile ilişkisinden dünyaya geliyor. Oğul Dumas yetişkin olduğunda o da bir kadının ‘koruyucusu!’ oluyor. Metresinin adını Alphonsine Plessis iken değiştiriyor ve Marguerite Gautier ismiyle onu “Kamelyalı Kadın” romanının baş kahramanı yapıyor. 1848’de basılan roman hemen akabinde sahneye uyarlanıyor. Bunu izleyen Giuseppe Verdi o kadar beğeniyor ki “La Traviata” operasını besteliyor. Her ne kadar konusu zamanında operaya yakışmayacak kadar “basit” bulunsa da ilk sahnelendiği 1853’ten itibaren Verdi denince akla ilk gelen eserlerden biri oluyor.

Peki, neydi operaya yakışmayan o basitlik? Oğul Dumas romanında annesi ve sevgilisi gibi metres olan bir kadını baş kahraman yapmış, Verdi de ismini değiştirerek (Violetta Valéry) bu karakteri operaya taşımıştı. Dumas toplumun aşağıladığı, erkeklerin kendilerine hizmet ettiği sürece olumlu yaklaşıp sonrasında kaderlerine terk ettiği ‘düşmüş kadın’ gerçeğine dikkat çekip onların da herkes gibi normal bir yaşam sürmeye hakkı olduğunu, kadınları bu yola iten ekonomik sorunları vurgulamıştı.

Yürek burkan dram

Yüzyıllar öncesinden bugüne gelirsek… Bestesi Verdi’ye, librettosu Francesco Maria Piave’ye ait “La Traviata”, 14. Uluslararası İstanbul Opera Festivali kapsamında İzmir Devlet Opera ve Balesi’nin yorumuyla sahnelendi. Festivale ilk kez katılan İzmir DOB, Tulio Gagliardo yönetimindeki İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası eşliğinde sahneledi operayı. Rejisör Carlos Vilán’ın sahneye koyduğu eserde koro şefi Orhan Öner Özcan’dı.

Eser, yaklaşık 40 dakikalık dört perdeden oluşuyor. Opera versiyonunda Dumas’nın baş karakterinin köy (ve fakirlik) ayrıntısı öne çıkmıyor, hatta kadının maddi ihtiyacından ziyade hastalığına vurgu yapılıyor. Doğrudan Paris’teki şaşaalı bir partide Alfredo’nun Violetta’ya aşkını itiraf etmesiyle başlıyor sahne. Violetta himayesinde olduğu Baron’u ve çevresini bırakarak Alfredo ile gözlerden uzak bir yaşam kuruyor. Ancak bir gün Alfredo’nun babası gelip de ondan, kızının saygın bir biçimde evlenebilmesi için bu ilişkiyi bitirmesini isteyince tüm dünyası yıkılıyor.

Kaan Güreşçi’nin hazırladığı göz kamaştıran dekor tasarımı her sahnede uzunca bir ara verilerek değiştiriliyor. Gülay Korkut Dinç’in kostüm tasarımı da dönemin ‘zengin’ ruhunu başarıyla yansıtıyor. Üçüncü perdedeki bale bölümü operayla hem estetik hem de konsept olarak uyumlu bir bütünlük oluşturuyor.

‘İyi ki sanat var’

Operada karakterleri canlandıran sanatçıların fiziği değil, sesi önemlidir her zaman. Ama karaktere ikna edilmesi de önemlidir seyircinin; makyaj, aksesuar vs. yardımıyla… Alfredo Germont’a hayat veren Levent Gündüz ve babasını canlandıran Cengiz Sayın’ı bu açıdan birbirinden ayırmak epey zor. Gündüz’ü daha genç gösterecek bir formül bulunsaymış keşke. Cengiz Sayın daha az bölümü olmasına rağmen öne çıkmayı başarıyor. Violetta’yı canlandıran Eylem Demirhan Duru, ilk sahnesinde biraz heyecanlansa da üç saatlik operayı sırtlanıyor ve karakterini de seyirciyi de bambaşka bir duygusal boyuta taşıyor.

Şehrinize gelirse ya da siz İzmir’e giderseniz “La Traviata”yı mutlaka izleyin. Hüznün zarafetine kapılmak hem yüreğinizi burkacak hem de ‘iyi ki sanat var’ dedirtecek.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir