Adı var kendi yok bir kadın. Adı zaten üstünde: Hicran. TDK’ya sorarsak iki anlamı var; bir yerden ya da birinden ayrılmak, birincisi. Ayrılığın getirdiği onulmaz acı, ikincisi. Her koşulda; isimlerimiz kaderimizi belirlese, yüzü gülecek birinden söz etmiyoruz. Zeki Demirkubuz da söz etmiyor elbette, yedi yıl aradan sonra gelen filmi “Hayat”ta.
Adı Hicran olan kadının (Miray Daner) kendi yok, çünkü filmin başında, ailesinin kendisine biçtiği kaderden, fikrini sormadan nişanladığı adamdan, mahallesindeki uysal ev kadınlarından biri olmaktan kaçıp ortadan yok olmuş. Ailesinden peşine düşen yok. Babası (Umut Kurt) adını bile duymak istemiyor ki katil olmak zorunda kalmasın. Annesi (Melis Birkan) zaten ağzı var dili yok bir kadın, kızını merak etse de içinden içinden üzülüyor. Gelgelelim Rıza, nişanlısı (Burak Dakak), başta bu gidişi kabullenmiş görünse de sonradan kafaya takıyor ve “Benim ne kusurum oldu da bu kız beni bıraktı kaçtı” diyerekten takıntılı bir şekilde izini sürmeye başlıyor.
İnatlaşarak susuyor
Hicran İstanbul’a kaçmış ve tahmin edebileceğimiz gibi fuhuş işine girmiş. Sonrası Rıza’nın konuyu bir saplantı haline getirişi, ipuçlarını birleştirip iz sürüşü, bir noktada Hicran’ın çaresiz Boyabat’a, baba evine dönüşü, kaçtığı ‘kader’in başka başka yüzlerle gelip karşısında dikilişi, onu köşeye sıkıştırışı…
Baştan tanıyamadığımız, hayattan ne beklediğini bilemediğimiz (ama hayalinin tanımadığı bir erkekle evlendirilmek olmadığından emin olduğumuz) bir genç kızın sessizce savruluşunu izliyoruz. Öyle bir karakter ki Hicran, hep susuyor. Ama kabullenerek değil inatlaşarak susuyor. Ne hissediyor, ne düşünüyor belli değil. Etrafında onun yerine de konuşan erkekler var bolca. Özellikle emekli öğretmen bir kocası (Cem Davran) var, Hicran’dan alamadığı karşılıkların da hepsini kendisi veren, sürekli anlatan, öğreten, dikte eden, son derece bildik bir “sözde” aydın portresi. O konuşuyor, Hicran susuyor.
“Hayat”, Başka Sinema salonlarında gösterimde.
Karanlık bir tablo
Zeki Demirkubuz, bir anlamda “Masumiyet” ve “Kader”in izini sürdüğü söylenebilecek “Hayat”ın eski filmleri kadar karanlık olmadığını düşünüyor. Nereden baktığınıza bağlı. Niyet ederseniz filmin bir “mutlu sona” bağlandığını düşünmek de mümkün. Razı gelmeyen bir kadının eninde sonunda dize gelmekten başka seçeneği olmadığına inanmak bir mutluluksa. Nitekim Demirkubuz da bir söyleşisinde “Özlemleri, hayalleri olan bir kızın kendisine dayatılanı sezgileriyle kabul etmeyip o özlemlerin peşinden gitmesi, hayatın duvarlarına çarparak hizaya getirilip sıradanlaştırılması” diye özetliyor filmi. Kabul edersiniz ki hayli karanlık bir tablo. Yani “Hayat” bize gene pek bir mutluluk vadetmiyor.
Ama 195 dakikalık, zaman zaman çok uzasa da seyircinin kopmasına izin vermeyen bir sinema vadediyor. Bir de iyi oyunculuklar. Özellikle daha önce dizilerde izlediğimiz iki genç oyuncu; Miray Daner ve Burak Dakak, ilk sinema filmleri “Hayat”ın beyazperdeye armağanları oluyor. Miray Daner’in kesintisiz sekiz dakika çekilen yakın plan ağlama sahnesi muhtemelen Zeki Demirkubuz sinemasının unutulmazlarından biri olacak. O sahneyi senaryoda yokken sonradan eklemiş Demirkubuz. Bunu ve filme dair pek çok başka detayı konuştuğumuz Miray Daner söyleşisinin Milliyet Sanat dergisinin aralık sayısında olduğunu hatırlatalım. “Hayat” ise Başka Sinema salonlarında gösterimde.