Devletler küresel krizlerle boğuşurken, teknoloji hızla ilerliyor. Kendi tarihini resetleyip teknolojiyle yeniden şekillenen dünyaya ‘kaldığımız yerden’ devam etmeyeceğimiz kesin. Örneğin, Çin’in 14 robot doktor ve hemşireyle günde 3 bin hastayı tedavi edebilecek kapasiteye sahip dünyanın ilk yapay zeka hastanesini açması, bu alandaki en çarpıcı örneklerden biri olmalı.
Daha da önemlisi, bu yılın ikinci yarısında hasta kabul edecek olan otonom tasarımlı Agent adlı bu hastane, hastalıkların teşhis ve tedavi yöntemlerini de kökten değiştirecek. Bu değişimi kavramak ve yapay zeka doktorlarının hız ve verimlilikte ne kadar ileri olduğunu görmek, dünyanın nereye doğru yol aldığının da önemli bir göstergesi sayılmalı.
Ayrıca, hastanede çalışacak olan robot doktorların girdikleri bir sınavda yüzde 93,06 gibi yüksek bir doğruluk oranına ulaşması, yapay zekanın insanlardan daha akıllı hale geleceği yönündeki tahminleri de kuvvetlendiriyor.
Yine de bu gelişmeler insan ve yapay zeka arasında bir iş birliği gerektiriyor. Mesela, 2000 yılından bu yana özellikle kalp ve damar cerrahisi ameliyatlarında kullanılan Da Vinci adlı cerrahi robotun bugüne kadar yaklaşık 8 milyondan fazla operasyon gerçekleştirmesi ya da omurga cerrahisinde Mazor adlı robotun cerrahlara operasyon sırasında rehberlik etmesi, bu iş birliğinin sonucudur. Bu da daha yenilikçi ve etkili çözümlerin geliştirilmesine olanak tanıyacak.
Burada sorun, bütün bu iyileştirici gelişmelere karşın, cerrahi robotların ve yapay zeka teknolojilerinin etik ve güvenlik konularını da beraberinde getirmesidir. Çünkü yapay zeka teknolojisiyle “biyokimyasal silah” da üretebilirsiniz. Bu da toplumların karşı karşıya olduğu ciddi bir tehdit olarak ele alınmalıdır.
Bilim çevreleri de bunu yalanlamıyor: Evet, yapay zeka teknolojisi tedavi edilemeyen hastalıklar için umut verici çözümler sunmakta. Fakat aynı teknoloji, ölümcül biyokimyasal silahlar üretme potansiyeline de sahip. Örneğin, Sean Erins ve ekibi, yapay zekanın ilaç keşfindeki potansiyelini gösterirken, basit bir komutla 40 bin ölümcül molekül üretebildiğini, teknolojinin ne kadar güçlü ve tehlikeli olabileceğini gözler önüne serdi. Üstelik bunun tek bir komutla yapılabildiğini de kanıtladı. Küresel krizlerle uğraşan Beyaz Saray bile bu vahim tabloyu Erins’in açıklamalarıyla öğrenmek durumunda kaldı.
Dolayısıyla, yapay zeka teknolojilerinin kontrol edilmesinin zorluklarını ve potansiyel sonuçlarını dikkate almak zorundayız. Çünkü dünyanın yeni efendileri artık devletler değil, dev teknoloji şirketleridir. Bu şirketlerin gücünü ve varlığını besleyecek olan da hemen her alanda artık görmeye alıştığımız robotlar olacak. Devletler bu alanda hukuki ve etik düzenlemeler yapmazsa, sonuçları ağır olabilir. Medya, yapay zeka teknolojisinin hem potansiyel faydaları hem de tehlikeleri konusunda bilinçli bir kamuoyu yaratmazsa da benzer sonuçlar doğabilir. Mesela, Çin son olarak insansı robotların yüz ifadeleri ve duygularını geliştirmeye odaklanmış durumda. Duygusal ifadeleri yansıtabilen, çevreye uygun tepkiler veren robotlar iş başında.
Yani gelişmeler bize gösteriyor ki, bu durum basit bir “robot” meselesi olmaktan çıktı. Gelecek, robotların ve yapay zekanın yönlendirdiği bir dünya olacak. CEO’su, askeri, doktoru, gazetecisi eczacısı, mühendisi, çiftçisi, aşçısı robot olan bir dünyaya doğru ilerliyoruz. Yapay zekanın sunduğu fırsatları değerlendirmek, tehlikelerinin farkında olmakla mümkündür. Yoksa insanlar yapay zekayı hâlâ bir komutla çalıştıracağı ya da bir komutla kapatacağı bir mesele olarak mı görüyor?