Ümran Avcı –“Porselen Bir Mevzu” ile Vedat Türkali İlk Roman Ödülü’nü kazanan Gökçe Bilgin, yeni kitabı “05.45 İstanbul” ile yeniden okurlarının karşısına çıktı. İlk yazarlık deneyiminde feminist bir roman kaleme alan Bilgin, üçleme olacak serinin ilk kitabında bu kez distopik bir hikâye yarattı. Türkiye’nin ilk seri katili Nevin, ‘acı’ anılara sahip kurbanlarından topladığı organlarla, insani duygulara en yakın robotu üretiyor. Murat adını verdiği robot, cezaevindeki yaratıcısını özgürleştirmek için onun hikâyesini yazmaya karar veriyor. Nevin ile Murat arasındaki görüşmelerle şekillenen roman “Gelecek robotların mı olacak?” sorusunu odağına alıyor.
■Distopik bir romanla çıktınız okurun karşısına. Nasıl olgunlaştı bu hikâye kafanızda?
Bundan 25 yıl önce taşradan İstanbul’a bir çocuk geldi. O çocuk için İstanbul, büyük ve tuhaftı. Bir minibüsün içinde kalacağı yurda doğru giderken kafasını cama yaslamış sabahın o saatindeki İstanbul’a bakarken işte tam o an bir şeyler yazması gerektiğini hissetti. İçinde İstanbul’un olduğu bir şey, bu şey onun gibi şehre sonradan gelenlerle ilgili olmalıydı. Bu neresinden bakılırsa bakılsın distopik bir durumdu.
■Roman kahramanı Nevin, adını kendisine cinsel istismarda bulunan kişinin başını kesip meydana atan Nevin Yıldırım’dan mı alıyor?
Nevin Yıldırım’ın fotoğrafından çok etkilendim. Karakterime Nevin ismini bu yüzden verdim. Ve okurlar da bunu bilsin istedim. Bu bir biyografi olduğu için ya da Nevin Yıldırım’ın mücadelesine sadakatle bağlı bir anlatım olduğu için değil. Nevin Yıldırım’dan ötürü adı Nevin olan bir karakter yarattım.
■“Gelecek robotların olacak. İnsan kendini yok edebilecek her türlü güce sahip zaten” diyor roman kahramanı. Yapay zekânın en iyi versiyonlarıyla karşılaştığımız çağımızda bizleri neler bekliyor sizce?
Geleceği ne yazık ki kahramanım kadar açık seçik göremiyorum. Ama şunu söyleyebilirim, bizi bekleyen şeyin ‘biz’ olduğunu biliyorum. Biz, belki de korktuğu için tehlikeli davranışlar sergilemek zorunda kalanların yeni bir versiyonudur. Eserimdeki en umut verici şeyin, bu bilinmezlik olduğunu düşünüyorum. Ama yine de belki kitabı okuyanlar benden daha çok umut verici şeyler bulabilirler. Zaten bunun için yazdım.
■Roman boyunca insanları makineleştiren düzene bir gönderme var…
Kimin yapay kimin doğal olduğu birbirine karıştığında kıyametin kopması gerekir. Eğer kıyamet kopmuyorsa o zaman taraflar yer değiştiriyordur. Canlı ve cansızlar konum değiştirdiğinde ne olacak, bunu çok merak ediyorum.
■“Her acıdan biraz sorumluyuz, en kötüsü de umursamazlık, görmezden gelmektir” diyor kahraman…
Ne yazık ki her şeyin bu kadar görünür olduğu bir çağda “hHaberim yoktu” deme şansımızı yitirdik. Umursuyor ya da umursamıyoruz. Bazen çok umursuyor bazen az umursuyoruz. Bazen de umursamak zorunda kalıyoruz.
“İnsan yapım aşamasındaki bir makinedir”
■“Yaşadıklarını anlatan herkes biraz yalana bulaşır” diyor anlatıcı… Otobiyografilere mesafeli mi yaklaşmalı?
İnsan yapım aşamasındaki bir makinedir. O makineye ne kadar çok özellik kazandırırsak o kadar iyi olur, demek yerine olanın hakkını vermenin daha zahmetsiz olacağını okura hissettirmek istiyorum. Bunun için ‘Tersten yaklaşım’ daha etkili olur, dedim. Ne zaman bir şey yazsam ‘yazma sanatının’ bizzat kendisine olan ilgimi ifade etmekten çekinmiyorum. Bana ya da başkalarına benzeyip benzememesi beni ilgilendiren bir şey değil. Özellikle bir benzerlik yaratmak için uğraşmıyorum. İleride belki daha otobiyografik kitaplar da yazarım. Ama şimdilik robotlar dikkatimi çekiyor. Bu kitabın devamı da olacak. Orada da özlenen bir aşkın yaşandığını göreceğiz. Sonrası için de bir kitap düşünüyorum. Aşktan geriye ne kalır? Bu soruyu yanıtlamaya çalıştığım bir üçüncü kitap da olacak.