SERVET YILDIRIM – Seçimler ardından gözler ekonomiye döndü. Oluşacak yeni yönetimin ekonomide uygulayacağı yeni program beklenmeye başlandı. Türkiye ekonomisinin iki önemli sorunu var: 1) Kısa vadede hızla fiyat istikrarının sağlanması ve 2) Orta ve uzun vadede Türkiye’nin içine girdiği orta gelir tuzağından çıkış sürecinin başlatılması.
Enflasyon kısa dönemde bir numaralı öncelik olmalıdır çünkü yüksek enflasyon orta ve uzun vadede ekonomik büyümeyi aşağı çeker, işsizliği artırır. Alım gücünü zayıflatır, paranın değerini düşürür. Enflasyon yatırım ve tasarruf kararlarının alınması sürecini zorlaştırır, işletmelere ve yatırımcıları yatırım yapmaktan caydırır. Enflasyon paranın değerini düşürür, tasarrufları olumsuz etkiler. Çalışanların daha yüksek ücret talep etmelerine neden olur, böylece ücret-fiyat artışı döngüsü yaratır. Ayrıca borçlanma maliyetlerini artırarak işletmeleri ve yatırımcıları yatırım yapmaktan caydırır. Paranın diğer paralar karşısında değerini düşürür, ithalatı daha pahalı hale getirir. Devlet harcamalarını artırır, bütçeyi olumsuz etkiler.
Aslında birçok ülke deneyimi göstermiştir ki, bir ekonomide fiyat istikrarı sağlanamadıkça yüksek büyüme sürdürülebilir olamıyor. Enflasyon yükseldikçe orta ve uzun vadede büyüme yavaşlıyor, düştükçe ise hızlanıyor.
Orta gelir aşılmalı
Orta ve uzun vadeli bir bakış açısıyla Türkiye’nin diğer önceliği ise orta gelir tuzağından çıkış olmalıdır.
Orta gelir tuzağı bir ülkenin ya da bölgenin kişi başına düşen milli gelirinin düşük seviyelerden orta düzeylere yükseldikten sonra, orada takılıp kalması ve bir üst kademeye geçememesidir.
Türkiye ekonomisinde ise uzun bir süredir orta gelir tuzağı semptomları yaşanmaktadır. Ekonominin mevcut yapısı ile 25 bin dolarlık kişi başı gelir seviyesine ulaşmamız mümkün olamaz.
Durum tespiti
– Türkiye’de Ar-Ge harcamalarının milli gelire oranı yüzde 1 civarında bulunuyor. Yüksek gelir grubundaki gelişmiş ekonomilerde bu oran yüzde 1.5 ila 3.5 arasında değişiyor. Demek ki, biz onlar kadar Ar-Ge ve inovasyon yapamıyor, bizi üst kademeye taşıyacak yüksek teknolojili ve katma değerli ürünleri üretemiyoruz.
– Kadınların işgücüne katılım oranı bizde yüzde 30’larda, gelişmişlerde ise 50’nin üzerinde.
– İşgücü piyasamız yeterince esnek değil, hatta OECD’ye göre mevzuat olarak en katı olanı bizimki.
– Türkiye’de yurt içi tasarruflar yatırımların gerisinde kalıyor. Bu nedenle yatırımlar daha çok dış tasarruflar ile finanse edilmek zorunda kalınıyor. Büyümeyi finanse edecek iç tasarrufu üretemeyip, dış piyasalardan sıcak para arayışına giriyoruz.
– İmalat sanayi içinde yüksek teknoloji sektörlerin payı bizde yüzde 2-3 düzeyinde. Gelişmiş ekonomilerde ise bu oran çift haneli rakamlarla ifade ediliyor. Bu küresel rekabet ortamında ucuz mal üreterek yüksek gelir grubuna girmek mümkün değil.
– Okul öncesi eğitimdeki okullaşma oranı düşük, eğitim kalitesini gösteren PISA skorlarımız yüksek değil. Rekabet ettiğimiz ülkelerdeki ortalamaları yakalamalıyız.
– Dolaylı vergilerin toplam içinde ağırlıklı paya sahip olması ise kayıt dışılığın ve doğrudan vergi tabanının darlığının bir göstergesi.
– Çalışanların neredeyse yüzde 40’ının ve kayıt içindekilerin ise yarıya yakının asgari ücretten gösterildiği bir ekonomi, orta gelir grubundan üst gruba çıkmakta zorlanır.
Reformlar başlamalı
Türkiye ekonomisi 2001 krizi sonrası reformların ve verimlilik artışının etkisiyle düşük-orta gelir grubundan, üst-orta gruba yükseldi, ancak orada takıldı kaldı. Bir üst kademeye çıkabilmek için tekrar verimlilik artışlarını yakalaması gerekiyor. Katma değer zincirinde aşağıdayız. Üretimin ve ihracatın düşük teknolojili ürün ağırlıklı “yükte ağır-pahada hafif” yapısının, orta ve yüksek teknoloji ağırlıklı “yükte hafif-pahada ağır” bir yapıya dönüştürülmesi şart. Ekonominin üretim kapasitesini artırabilmek için enerji ve işgücü verimliliğini artıracak, vergi tabanını genişletip, kayıt dışını azaltacak reformları devreye sokmak gerekiyor.