SEYHAN AKINCI- Cem Yiğit Üzümoğlu, dedesinin vefatından sonra kendisine emanet edilen analog bir fotoğraf makinesi ile yıllar içerisinde kendi fotoğraf dilini geliştirdi. Sadeleştirici ve gerçeklikten uzaklaştırıcı tarafı nedeniyle de siyah-beyaz fotoğraf çekiyor yıllardır. Şimdi gözünü ve aklını dolaştırdığı yerlerde kadrajına aldığı anları “Loners In Wilderness” adlı ilk kişisel fotoğraf sergisiyle Bant Mag. Havuz/Bina’da sergiliyor. Bir ay boyunca görülebilecek sergide büyük çoğunluğu 2022’de çekilmiş 40 kare yer alıyor. Sergide yer alan işlerin edisyonları, Bant Mag. Shopier sayfasından da satın alınabiliyor. Biz de Bina’da bir araya geldiğimiz Cem Yiğit Üzümoğlu ile fotoğrafla ilişkisini konuştuk.
*İlk kişisel serginizdeyiz… Hikâyenin başına dönersek nasıl başladı yolculuk?
Fotoğrafla haşır neşir olmam dedem vefat ettikten sonra bana kalan bir fotoğraf makinesi ile başladı. Ortaokul-lise zamanlarıydı… Dedemin vefatından sonra anneannem fotoğraf makinesini bana vermek istedi. Ben de böylece analog fotoğraf çekmeye başladım. Sonra da yavaş yavaş gelişti. Fotoğraf kitapları, fotoğraflara bakmak, daha çok merak etmek, daha çok bir şeyler yapmak istemek… İlgimi çeken şeyleri çekerek başladım ve gitgide gelişti. Çektikçe de daha farklı şeylere ilgi duymaya başladım. Gözüm değişti, zevkim değişti, merakım değişti. Böyle başladı her şey…
*Siyah-beyaz olmasının özel bir nedeni var mı?
Başlarda renkli fotoğraf çektim. Sonra kendi fotoğraf banyomu yapmak istediğimde dedim ki, siyah-beyaz olmalı ki kendi banyomu yapabileyim. Çünkü kimyasalların derecelerini ayarlamak gerekiyor. Siyah-beyazla renklilerin farklı… Yaklaşık üç yıldır kendi filmlerimin banyosunu yapıyorum evde. Daha kendi siyah-beyaz karanlık oda baskılarıma giremedim.
*Tanıtım metninde yalnızlıktan bahsediyorsunuz. Sergiyi gezdiğimizde objektifinizin bir yalnızlık hikâyesi anlattığını da görebiliyoruz…
Dürüst olmak gerekirse bu fotoğrafların hiçbirini sergi açayım ya da yalnızlığı fotoğraflayayım diye çekmedim. Gerçekten ilgilendiğim, merak ettiğim, anlamak istediğim şeyleri çektim. Bunun kimisi bilinçli kimisi bilinçsiz. Sonuçta akan bir şey hayat… Ve biz saniyenin 125’te birini ya da 250’de birini vs. kaydediyoruz. Derler ki bir fotoğrafın çekilmesi kurgudur. Bence yalnız kurgu değil, yalnız kurgu dışı da değil. En nihayetinde bilinçli bir parmağını deklanşöre basma kararı var. Aynı zamanda hayat bir fotoğrafçının değiştiremeyeceği kadar hızlı, akışkan ve devam eden bir şey. Analogda kurman ve çekmen bir süre alıyor bu yüzden olası olabilecek en doğru ânı belirliyorsun. İkili bir dünya var orada.
*Fotoğrafa tesadüfen analogla başladınız, analogla devam etmek bilinçli bir tercih. Bu sizi analog bir insan da yapıyor mu?
Yapıyor kesinlikle. Benim genel olarak hayata bakışım da öyle. Daha sakin ve yavaş olmak üzerine. Çünkü bir dijital fotoğraf makinesi almak o kadar zor bir şey değil. Benim analog seçmemin sebebi; kendimi eğitmek, bu konuda merakımı, hazzımı ve arzuladığım şeylere dair bir şeyler öğrenmek. Aynı zamanda bunun bir zorluğu var dijitalde 150 fotoğraf alabilirken analogda belki yalnızca üç fotoğraf çekebileceğim. Bu yüzden çekemediğim ve çekemediğimde “Hadi be!” dediğim şeyler benim için bir ders oluyor. O zaman bekliyorum, sabrediyorum, o ânı kolluyorum. Hayatım boyunca şu ana kadar iki bin siyah-beyaz fotoğraf çekmişim. Dijital makine aldım yakın zamanda. Yusufeli’ne gitmiştim, orada bir proje geliştirdim. Günde 600 ila 800 fotoğraf çekiyordum. Üç günde hayatım boyunca çektiğim siyah-beyaz fotoğrafın tamamını çektim yani. Bu yüzden analogda kalmak bir karar.
*Peki, siyah-beyaz fotoğraf çekmeye devam edecek misiniz?
Siyah-beyazda devam edeceğim çünkü renk benim çok hoşuma gitmeyen bir şey. Ayrıca bugün her şey o kadar renkli ve o kadar uyumsuz ki bu benim hoşuma gitmiyor. İnsan olarak gördüğüm şeyden mutlu değilim. Şehrimizin hâlinden ya da ülkemizin genel olarak bize gösterdiği renkler, mimari, tatlar ve dokulardan… Diğer taraftan renkli fotoğrafçılık çok zor bir alan. Bu fotoğrafların tamamı renkli olsa belki bir-iki tanesini beğenirdiniz. Siyah-beyaz fotoğrafın sadeleştirici ve gerçeklikten uzaklaştırıcı bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Gerçeklikten uzaklaşmak da bana göre biraz daha sanata yaklaşmak demek. Bu yüzden siyah-beyaz fotoğraf çekiyorum.
‘Doğallığın içindeki bozuk şeyler hoşuma gidiyor’
*Fotoğraf, oyunculuğunuza nasıl katkı sunuyor?
Benim insanlığımda yarattığı etkinin oyunculuğuma yansıyan bir tarafı var. Mesela İstanbul Fatih’teki Hacı Kadın Mahallesinde çekilen bir fotoğrafım var. Terk edilmiş, kâğıt toplayıcılarının ve mültecilerin yaşadığı bir yer. Orada yaşlı bir nine ile torunları vardı. Bir bahçeleri varmış hiç görülmeyen bir yerde. Fotoğraf çekerken “Gel gel” dedi bana. Hafif çekinerek gittim. “Sen fotoğrafçı mısın?” dedi. “Evet, buraları fotoğraflıyorum” dedim. “Gel” dedi. Gittim. Çelik bir kapı açıldı ve o kapının arkasında bir bahçe… Bahçeden domates, biber koparıp sohbet etmeye başladılar. Beni tanıyıp kendilerini anlatmak istediler. Ben iletişim konusunda çok keyifli birisi değilimdir. Onlarla tanışmak bile beni insan olarak daha rahat, daha iletişim kurulabilir hâle getirdi. Bu anlamda oyunculuğuma etkisi oldu.
*Fotoğraflara baktığımda çoğunlukla bizim içinde bulunduğumuz dünya ya da dolaştığımız sokaklar değil pek çoğu…
Çünkü ilgimi çeken şey bu aslında. Hayatta her şey o kadar ilgimi çekmiyor. Daha kirli, daha bozuk, daha doğal… O doğallığın içindeki bozuk şeyler hoşuma gidiyor. Temizlik, düzen değil de daha kirli ve hem neşeli hem trajik anlatıyı içinde barındıran yerler hoşuma gidiyor.