Seray Şahinler – Mine Gülener tarafından 1985 yılında Kadıköy’de kurulan Mine Sanat Galerisi, sanat yolculuğunu hem köklerinden beslenerek hem güncelin nabzını tutarak sürdürüyor. Adnan Çoker, Nur Koçak, Zekai Ormancı, Yusuf Taktak gibi isimlerle ilk sergisine imza atan ve çağdaş sanatı Anadolu Yakası’na taşıyan galerinin kuruluşundan 2000 yılına dek düzenlediği sergi ve etkinlikler artık dijitalde. Salt Araştırma’nın Sanat Arşivi’ne eklenen arşivde hem galerinin hem ‘80’lerin ortasından itibaren ivme kazanan Türkiye’deki çağdaş sanatın seyrini okumak mümkün. Galerinin hikâyesini Mine Gülener ile konuştuk….
Nasıl başladı Mine Sanat Galerisi’nin serüveni?
Ben yüksek gazetecilik mezunuyum. Ama o yıllarda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Seramik Bölümü’ne misafir öğrenci olarak devam ediyordum. Sanata büyük sevgim ve saygım vardı. Eşimin Kadıköy’de Melodi Müzik Mağazası var, onun üst katında seramik çalışıyordum. Sanatçılarımız aynı zamanda müşterimizdi. Dolayısıyla bir galeri açmak için bizi teşvik ettiler. Adnan Çoker, Zekai Uzunçay, Yusuf Taktak, Nur Koçak ile ilk sergimi yaptım… Benim ilk duayenlerimdi.
Adnan Çoker’in galerinin açılışına destek verdiği biliniyor. Anadolu Yakası’nın da ilk çağdaş sanat galerisi burası. Bu tercih kültürel coğrafya tayinlerine bir cevap aslında. Ne dersiniz?
Saydığım isimlerin hepsi Adnan Çoker’in ilk talebeleriydi. İlk sergi onların eserlerinden oluştu ve o dönemde “Çağdaş sanat köprüyü geçti” denildi. Çünkü Anadolu Yakası boştu. Ben hep şunu savunurum; sanat asıl buradadır. Birçok yazar, ressam, müzisyen burada yaşar. Hocalar da onun için galerinin burada olmasını istedi. Çünkü bir eksiklik vardı.
“Müstakiller ve D Grubu’na Saygı Sergisi”, 1988
O dönemde nasıl yankı buldu peki bu açılış?
Çağdaş çizgide olmamız 1985’te herkesi biraz düşündürdü diyebilirim. Galeriye müzik mağazasının içinden giriliyordu. İnsanlar önce biraz çekindiler, içeri girmekte zorlandılar! “Resimler nerede?” diyenler oldu. Özellikle Adnan Çoker’in siyah resimlerine… Bunların üzerine mi konacak resimler dediler. Biz de bir nevi eğitim verip sergiyi gezdirmeye başladık. Bir kişiye beş saat ayakta sergiyi anlattığımı bilirim. İçeri girince elma, armut gibi hep somut bir şey aranıyordu. Çağdaş resme bakış zayıftı. Bugün galeri sahibi olmuş koleksiyonerler bile çağdaş çizgideki resmi izlemezdi. Hep klasiklere yönelirlerdi. Şimdi ise çok ileride bir durum söz konusu. Galeriler birer eğitim kurumudur, bugün de böyledir. Benim prensibimdir; ziyaretçilerle birlikte galeriyi gezerim. Bilgi vermek, dostluk kurmak çok önemlidir. Biz de bunu fazlasıyla yaptık. Galeriler izleyicisini, koleksiyonerini yetiştirir.
Bugünkü çağdaş sanat anlayışını nasıl görüyorsunuz?
İstanbul Modern’den sonra yaşanan gelişmeyi kabul ediyorum. Oraya girenler benim de çalıştığım sanatçılardı. İstanbul Modern’de de yer almalarıyla daha çok kişiye ulaşıldı. Bu da bir basamak oldu. Sonrasında zaten çok fazla galeri ve müze açıldı. Türkiye’de sanat hiçbir zaman geride değildi, 1985’te de değildi. O dönemde bir ışık enstelasyonu yapmıştık. Amerika’daki üretimle başa baştı.
Nur Koçak’ın 1987’de Mine Sanat
Bahsettiğiniz isimler çağdaş sanatın ilk neferleri… Neler yaşandı o yıllarda?
Nur Koçak hiç resim satmayan bir sanatçıydı. Ben devamlı sergisini yapardım, zaten yakın oturuyorduk. Elimizde resimlerini taşırdık. Şu an müzede olması gereken resimleri vardır. Adnan Çoker ise çok zor biriydi. Ama galeriye büyük saygısı vardı. Bu gelenek kayboldu. Artık atölyeden resim satma geleneği başladı. Galeri yaşayacak mı yaşamayacak mı düşüncesi devreye giriyor. Çerçeveciler ve antikacılar galerici oldu. Bunlar da galerilerin aleyhine. Elbette galerici de olabilirler ama doğru resmi nasıl yansıtacaklar, burada büyük problem çıkıyor. Biz doğru resmi söyleyebiliyorduk. Alıcımın daima arkasındaydım. Nitekim de o nesli ispatladım. Kalıcı dediğim sanatçıların hepsi kalıcı oldu. Eser satmak bende hep ikinci planda oldu. İyi sanatçı muhakkak satar. Hemen satamayabilir ama bir gün satar.