Galatasaray ile Fenerbahçe Süper Lig’in 37’nci haftasında karşı karşıya geldi. Heyecan dolu dev derbide sarı-kırmızılı ekip rakibini 3-0 yenmeyi başardı. Mücadele sonrası Milliyet Gazetesi yazarları derbiyi değerlendirirken Fenerbahçe’ye ve Jorge Jesus’a da eleştirilerde bulundular.
İşte Galatasaray – Fenerbahçe derbisi sonrası yapılan değerlendirmeler…
Kapak oldu! / ERCAN GÜVEN
Her iki takım da başlama düdüğünden önce topu aldılar, yerine “onur” koydular sanki.
Doğaldı… Galatasaray, uzun ve kusursuz bir “galibiyet söylevi” ile öne fırladığı “kekeme sezonda”, kendisini, yönetimini, teknik direktörünü kanıtlamış, Fenerbahçe’ye karşı yapacağı şampiyonluk törenine limon sıkılsın istemiyordu.
Ezeli rakibini iyice ezmek peşindeydi.
Fenerbahçe ise dokuzuncu cildi basılmak üzere olan “kahır romanına” hiç olmazsa bir mutlu anektod eklemek özlemindeydi.
Kolay değildi… İlk defa şampiyonluğu avuçları arasında hissedip, ona inanıp, inandırdıktan sonra rakibin kutlamasına dekor olmak, reddedilmiş damat adayı hüviyetiyle katıldığı düğüne hediye olarak “lig ikinciliğini” de bırakıp gitmek.
Aynen öyle oldu. Hatta daha fazlası.
Futbol ölüm-kalım meselesi değildi, kazanımlar ve kayıplar geçiciydi, spordu, centilmenlikti hepsi tamam da…
Dün topun yerinde “onur” vardı.
Ve maç “Fenerbahçe’nin onuruyla oynanan” bir derbi olarak tarihe geçti.
Dokuz sezonluk “kupasız kahır romanına” kapak oldu.
Ama, Fenerbahçe’nin “Brütüs”ünü anmadan önce Sezarın hakkını Sezar’a vermek lazım.
Bir kere şampiyonluk cepte olsa da bu derbinin anlamını Jesus’tan çok daha iyi kavramıştı Okan Buruk hoca… Önce orta sahaya sahip olmak istemiş, tempolu ve fizik gücü yüksek Berkan’ı Oliveira’nın yerine monte etmişti. Mertens’in yerine on numara olan ve ilk maçta Fenerbahçe savunmasına zor anlar yaşatan Barış Alper, yine aynı şeyleri yaptı. Buruk, Torriera ile orta sahayı tamamlamış “kaybetmeme” kadrosunu kurmuştu bir kere.
Fenerbahçe’nin Brütüs’ü ise inandığı oyun uğruna Fenerbahçe’nin sırtından hançerlenmesine razı olan Jorge Jesus’tu.
Konuk takımın orta sahası, Arao stoperlerin arasına girdiğinde sol kanattan ayrılmayan Rossi ve sağ kanada hapsedilen Arda -ki, Arda da biraz havaya girmişti- yüzünden sadece Zajc’a emanetti.
Nasıl gol atacaktı pozisyona bile giremeyen Fenerbahçe?.. Valencia’yı Nelsson tatlı-sert kilitlemişti zaten.
Jesus Fenerbahçe’nin yediği gole de neden olan merkezdeki boşluğa boş boş baktı durdu bir devre. Tekleyen Arda’yı çıkarmayı, ihtiyaç duyulan İsmail’i Arao’nun yerine almayı, Peres kırmızı kartla atılıp Fenerbahçe on kişi kalmasından sonraya bıraktı.
Nerede kaldı rakibe göre takım kurgulama esnekliği. Dua etsin ki, İcardi çok etkin oynamadı ilk yarı. Yoksa yarım düzine olurdu skor.
İkinci yarıya Rossi’yi çıkarıp Osayi’i alarak başladı Jesus. Ferdi Rossi’nin kanadına geçti, Osayi sağ beke. Çareye bakın!.. Tabi, rakip baskısı değişmedi. Hatta arttı ve Zaniolo ikinci golünü atmasın diye Peres kırmızı karta razı oldu, maç Galatasaray’ın düğününe döndü.
Çaresizdi… Arda ve Arao çıkıp Emre Mor ile İsmail girdikten sonra İcardi’nin ikinci golüne, King ve Pedro girdikten sonra Zaniolo’nun üçüncü golüne engel olamadı eksik Fenerbahçe.
Aslında Jorge Jesus’un kendi fikrini bilmiyoruz ama Fenerbahçe “kalsın mı gitsin mi” kararını kupa finalini beklemeden şu Galatasaray hezimetinde vermeli. Hemen bu sabah…
Trabzonspor maçından başka derbi kazanamayan, Kadıköy’ü açık büfeye çeviren, takımın iskeletini son birkaç maça kadar belirleyemeyen, her rakibe aynı oyunu oynamaya çalışan ve tüm hatalarını şu fırsat derbisinde bile tekrarlayan Jesus lüksüne katlanamaz Fenerbahçe bir sezon daha
Koç ve Jesus birlikte gitmeli / LEVENT KALKAN
Süper Lig’de 9 yıldır şampiyon olamayan Fenerbahçe, Ali Koç’un başkanlık koltuğunda oturduğu son 5 sezonda 7 teknik direktörle çalıştı. Sırasıyla Phillip Cocu, Ersun Yanal, Erol Bulut, Emre Belözoğlu (3 ay), Vitor Pereira, İsmail Kartal (yarım sezon) ve Jorge Jesus’u göreve getiren Başkan Koç, yerli-yabancı yaklaşık 150 oyuncu transferi gerçekleştirdi ancak tek kupa bile kazanamadı…
Fenerbahçe’nin adeta dibe vurduğu son 9 yılda Galatasaray 4 kez, Beşiktaş 3 kez şampiyon oldu. Başakşehir ve Trabzonspor da birer kez şampiyonluk kupasını müzelerine taşıdı. Bu süreçte Ziraat Türkiye Kupası’nı Galatasaray 3 kez, Beşiktaş ve Trabzonspor birer kez kazandı. Son 9 yılda Akhisar,
Konyaspor ve Sivasspor’un bile birer defa sahip olduğu kupayı Fenerbahçe hiç kaldıramadı.
Kabus ötesi bir karne ama gerçekler böyle…
Üç kulvarda yarışan Fenerbahçe’nin bu sezon Jorge Jesus yönetiminde şampiyonluğu hangi şartlarda kaçırdığına hep birlikte şahit olduk.
“Hata” demek istemediğim hakem yanlışları hemen her sezon olduğu gibi en fazla sarı-lacivertli takımın aleyhine gerçekleşti. “Ofsaytımsı” ile iptal edilen rakip takım golünü, çıkmayan bariz kırmızıları, rakibe kafa atan oyuncunun oyunda kalmasını falan bırakın bir tarafa kabul edilemez düdüklerle yine yakasından, paçasından yakaladılar Fenerbahçe’yi…
Misal bu sezon üç golcüsü de kırmızı kart gördü sarı-lacivertli takımın. Valencia ve Batshuayi’ye çıkan ‘komedi’ kırmızıların ezeli rakiplerdeki oyunculardan birine çıkma ihtimali sıfırdı. Zaten hak edenlere bile çıkmadı.
Fakat Fenerbahçe de sürekli kendi ayağına ateş etti. Transferde yapılan akıl almaz yanlışların faturası ağır oldu. Kadıköy’ü adeta yol geçen hanına çeviren Jorge Jesus da rakiplerin ekmeğine sürekli yağ sürdü. Galatasaray’dan 3, 10 kişilik Beşiktaş’tan 4 gol yediler Kadıköy’de. Dünya Kupası’ndan önce Giresunspor’a da yenilmişlerdi. 2-0 öne geçtikleri maçta İstanbulspor’a bile puan verdiler.
En olmayacak maçlarda yaşanan deli saçması puan kayıpları, Jorge Jesus’u taraftarın gözünden düşürdü. Galatasaray ve Beşiktaş’a karşı alınan tarihi yenilgilerin kabul edilebilecek bir tarafı yoktu. Diğer kayıpları unutun, Fenerbahçe evindeki iki derbiyi kazansaydı net şampiyon olurdu…
Birçok maçta Fenerbahçe’nin büyük takım kimliğini kaybettiğine de şahit olduk. Kadıköy’deki Galatasaray, Beşiktaş, İstanbulspor ve Giresunspor maçlarını oynayan takımın üzerinde Fenerbahçe forması vardı ama hepsi o kadar. Bu maçlar hiç şüphesiz takımda büyük yaralar açtı ve Jesus ile taraftarlar arasındaki bağları büyük ölçüde kopardı…
Fenerbahçe futbolda tarihinin belki de en kaotik dönemini yaşıyor. Sarı-lacivertli kulübün, Jesus’la yollarını ayırması adına pek çok gerekçe daha sayabiliriz. Fakat İzmir’deki finalde Başakşehir’i yenerek Ziraat Türkiye Kupası’nı kazanması halinde Jesus’la 1 yıllığına yeniden anlaşmak da ciddi bir seçenek olarak masada olmalı.
Zira olumsuz gerekçelerin yanı sıra Jesus’la devam etmek adına da pek çok sebep sıralayabiliriz.
Bunların en başında Galatasaray ve Beşiktaş’ın bu sezon Avrupa kupalarına katılamamış olmaları geliyor. Fenerbahçe, Avrupa’da tam 14 maça çıkarken, ezeli rakipler televizyon başındaydı. Sarı-lacivertli takım birbirinden zorlu sınavlarda Türkiye’ye çok kritik puanlar kazandırdı, rakipler hafta bir maç oynadı ve hiç yıpranmadı. Galatasaray ve Beşiktaş, Avrupa’da 14’er maç oynasaydı şampiyonluk yarışı bambaşka bir hal alabilirdi.
Hatırlayacağınız gibi Fenerbahçe, Dünya Kupası için lige verilen ara öncesi şampiyonluğun en büyük favorisiydi. Ancak kupadan sonra her şey ters gitti. Katar arası olmasaydı sarı-lacivertli takım büyük olasılıkla böyle sert bir düşüş yaşamazdı.
Fenerbahçe’nin Jorge Jesus yönetimindeki maç başına puan ortalaması (2,2) şampiyonluk için yeterli olabilirdi. Ancak Ziraat Türkiye Kupası’na da erken veda eden Galatasaray’ın 18’de 17’lik galibiyet serisi sarı-kırmızılı takıma şampiyonluğu da getirdi…
Yukarıda okuduğunuz satırları Galatasaray’ın pazar akşamı Fenerbahçe’yi 3-0 mağlup ettiği derbiden önce kaleme almıştım. Samimi bir biçimde Başakşehir’i yenerek kupayı kazanması halinde Jesus’la yola devam edilmesi fikrinin tartışmaya açılabileceğini düşünüyordum. Ancak derbide gördüklerimden sonra Jesus’la devam etmenin çok büyük bir hata olacağı konusundaki fikirlerim kesinlik kazandı. Zaten Beşiktaş ve İstanbulspor maçlarından sonra Jesus’la ilgili düşüncelerimi açıkça ifade etmiştim…
Fenerbahçe pazar günü İzmir’de kupayı kazansa da kaybetse de Jorge Jesus’la yollarını ayırmalıdır. Taraftarlar ve futbolcularla tüm bağları kopan Portekizli teknik adam karşılaşmanın ardından ülkesine veya çok sevdiği Brezilya’ya yolcu edilmelidir. Kupanın kaybedilmesi halinde Başkan Ali Koç da olağanüstü kongre kararı almalıdır. Fenerbahçe’nin içine düştüğü bu korkunç girdaptan kurtularak yeniden nefes almaya başlamasının başka bir yolu yoktur…
Fenerbahçe’yi yönetmek bu kadar mı zor? / UZAY GÖKERMAN
Maç bitmiş, elleri cebinde, tüm sezon boyunca olabildiğince duyarsızlığı ve gamsızlığı ile ağzında sakızı sahaya giriyor. Önüne çıkan rakip oyuncuyu tebrik ediyor ve bir sonrakini…
Bu kişi sezon boyunca tüm büyük maçlarda aynı kadro dizilişleri ve tuhaf oyuncu seçimleriyle takımını çaresiz bırakan, üstüne derbi karşılaşmalarında kişiliksizleştiren, Fenerbahçe’nin teknik direktörü Jorge Jesus’tur.
Geçen sene bu zamanlar Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un Avrupa’da çeşitli restoranlarda bir araya gelerek teknik direktörlük için ikna etmeye çalıştığı, birlikte selfi çektirdiği kişiden söz ediyorum, elbette.
Birkaç hafta önce hem kupada hem de ligde şampiyonluk şansının devam ettiğini ve bunun Fenerbahçe için büyük başarı olduğu ile ilgili açıklama yapma cüretini gösterirken kuşkusuz geçen sene Fenerbahçe Başkanının işte bu peşinden koşturmasından güç alıyordu, Jorge Jesus.
Dünya Kupası sonrasında teknik direktörsüz kalan Brezilya’nın Milli Takımı’nı çalıştıracağının havasına o kadar girmişti ki Fenerbahçe’yi havada karada rahatça şampiyon yapacağına dair büyük bir özgüven patlaması yaşıyordu.
Bu nedenle ne Trabzonspor ne de Galatasaray maçlarına hazırlık yaptı.
İkisinde de çok kötü teknik direktörlük yönetimleri gösterdi.
Her iki karşılaşma da aynı zamanda çok güzel birer tecrübeydi. Ders almak, üzerinde düşünmek, çalışmak gerekiyordu.
Ama Jesus elleri cebinde aynı duyarsızlığı ve gamsızlığı ile sakız çiğnemeyi sürdürdü.
Fenerbahçe Yönetimi de hem bu duruma seyirci kaldı hem de umursamadı.
Trabzonspor ve Galatasaray maçlarından alınması gereken dersler bir tarafa sonrasındaki Beşiktaş karşılaşmasına da aynı vurdum duymazlıkla çıktı ve kaybetti. Üstelik rakibi 10 kişi kalmıştı!
Sonra 2-0 öne geçtiği İstanbulspor maçında, sezonun ilk karşılaşmasında Ümraniyespor’a karşı yaptığı hataları tekrar ederek 2 puan daha bıraktı.
Sahaya girip, taraftara güç gösterisinde bulunurken elleri cebinde değildi belki ama sakızı ağzından düşmemişti.
Yetmedi Giresunspor’a da puan verdi.
“Ya birader kendine gel, burası Fenerbahçe!” diyecek bir kişi yoktu Fenerbahçe’nin futbol aklını yönetenler arasında.
Sahi Fenerbahçe’yi yönetenler acaba neyin dümeninin başında olduklarının ne kadar farkındaydı bu süreçte?
Geçen hafta şu soruyu sormuştum; “şampiyon olmak bu kadar mı zor?”
Bugün başka bir soruyu sormanın yeri ve zamanıdır; “Fenerbahçeyi yönetmek bu kadar mı zor?”
Çok mu zor?
Peki, Mayıs 2018’de Bodrum’daki o görkemli toplantıda Fenerbahçe’yi yönetmenin “modern” dokunuşlarla ne kadar kolay olabileceğinin mesajları nasıl da rahat söyleniyordu, değil mi?
Hatırlıyor musunuz?
Unutmamalısınız!
Kimse seçim meydanlarında söylediklerini; verdiği vaatleri unutmamalıdır.
Çünkü o günlerde bir taraftan sosyetik mesajlar, vaatler sıralanırken diğer yandan Fenerbahçe’ye yıllardır hizmet etmeye çalışanların üzeri karalanıyordu, kirletiliyordu!
Mutlaka bunun bir bedeli olmalıdır.
Hala bu kişilere borçlu olunan o özürler bir türlü dilenmezken; Fenerbahçe’nin esas mücadele ettikleriyle her türlü dostlukların rahatlıkla kurulabilmesinin akılla mantıkla, ekonomi ile finansla açıklaması olabilir mi?
İlk iki yıl nasıl bir bataklık içine düştüğünün algı ve propogandası ile Fenerbahçe’ye gönülden hizmet edenleri sanayi casusu diye kitlelere şikayet edip, futbol takımını beş yıl boyunca başarısızlık, kimliksizlik ve kişiliksizlik sarmalına mahkum etmenin hiç mi karşılığı olmamalıdır?
İşte Fenerbahçe’nin bu futbol aklını yönetenlerden Jesus’a “burasının Fenerbahçe olduğunu” anlatmasını bekliyoruz.
Mümkün mü?
Bakın bizim işimiz sadece dışarıdan ahkam kesmek, ukalalık yapmak değildir.
“İşini doğru yapmaya çalışan köşe yazarı;” cümleleri vasıtasıyla bir taraftan sportif detaylarla ilgili yorum yaparken, diğer yandan camianın sahip olduğu düşünsel aklın, vicdanın, tarihsel kimliğin ve hafızanın hatırlatıcısı görevini yerine getirirler.
Sahada olanın resmini okuyucuya bir başka gözle çizer, aktarırken, henüz ortada olmayan resmin sahada daha güzel çizilmesi veya şekillenmesinin hayalininin taşıyıcısı olurlar.
Camialar başarılarını bu şekilde kurdukları organik ilişkiler vasıtasıyla inşa ederler.
İşini doğru yapmaya çalışan yönetim bu organik ilişkiyi daima canlı tutmaya gayret gösterir.
Fenerbahçe’de çok uzun yıllardır bu organik yapı kendi içinde büyük hasarlara maruz kaldığı için bir arada olma sorunu yaşıyor.
Mesele şampiyonlukların kaybedilmesi değildir!
Tarihinin en zor sezonlarından biridir 1999-2000. Ali Sami Yen’deki maç öncesinde kalesine basketbol potası koymayı teklif etmeyi cüret edecek kadar ileri giden bir rakip aynı zamanda Fenerbahçe’nin hali pür melalini tarifliyordur.
Evet o maç hiç de kolay geçmemiştir ancak Galatasaray’ın ceza sahasına bile giremediği karşılaşmayı Fenerbahçe 1-0 kazanmayı bilmiştir.
Sadece o maç mı, o sezonun ikinci yarısındaki hiçbir derbi maçını kaybetmemiştir, Fenerbahçe.
Bu Fenerbahçe taraftarının özgüvenini besleyen bir duruş, ifade etme biçimidir.
Camiaların böylesine büyüklük hikayelerine ihtiyacı olur. Bu hikayeler, efsaneler nesilden nesile sadece taraftarın içinde yaşayan, büyüyen menkıbelere dönüşmez, aynı zamanda futbol takımının içinde de jenerasyondan jenerasyona aktarılır.
Bu önemli ve gerekli bir misyondur.
Fenerbahçe’yi yönetmeye aday olanlar öncelikle bu misyonun ne olduğunu anlayabilmeli ve altından kalkabilmelidir.
İşte mevcut Fenerbahçe yönetiminin son beş yıldır yapamadığı, yerine getiremediği ve umursamadığı temel misyon budur.
Derbi kazanamamak değildir; takımın hiçbir büyük maçı kazanacak direnişi sahada gösterememesi, futbolcuya bu bilincin, görevin, tarihsel sorumluluğun aktarılamamasıdır.
Oysa bu misyon Fenerbahçe gibi kökleri çok güçlü menkıbelere dayalı görkemli bir Kulüpte yapılması en kolay iştir!
Para bulamayabilirsiniz ama kahramanlığınızı, cesaretinizi, hamasetinizi güçlü tutarsınız.
Ama hem para bulup hem de yapamazsanız bunun adı başka bir şey olur.
Jesus ile devam edilmesi Fenerbahçe’ye verilecek en büyük zararların başında gelecektir. Jesus bize nasıl bir teknik direktör olduğunu gösterdi. İkna olmak için bir sezona daha ihtiyacı olanlar, deneyebilirler kuşkusuz.
İstatistiğin verdiği bilgiyi her zaman bilimin diğer akıl araçlarıyla birlikte değerlendirmeniz gerekir.
Fenerbahçe son 10 yılın en yüksek maç başı puan ortalamasına ulaşmış ve bu şampiyon olan diğer 8 takımın ortalamasının da üzerinde çıkmış olabilir; aynı ortalamayı Beşiktaş da yakalamış ve Galatasaray üzerine çıkmışsa bu durumda Süper Ligin genel kalite ortalaması diye ikinci bir değerlendirme kriteri devreye girecektir.
Yani Süper Ligin standart sapması zaten bu puan ortalamasını yaratmıştır; başarı bunun çok daha üzerine çıkmakla ölçülür hale gelmiştir.
Jesus’un önünde oynayacağı bir Kupa finali vardır. Başarı ihtimalinin %50-%50 olduğu bir maç daha…
Kupa, Jesus’un başarısını belirleyen bir ölçüt değildir!
Peki, Jesus’la devam veya devam etmeme ya da yerine kimin getirileceği kararını kim verecektir?
Fenerbahçe’nin son 5 yılını yöneten futbol aklı bu kararı vermeye yetkin ve yeterliği olduğuna bizi ikna edebiliyor, gösterebiliyor mu?
Yeni teknik direktörü kim hangi kriterlere göre seçecek?
Aynı kriterler nasıl transfer yapacak?
Fenerbahçe’ye Benzema, Firmino, Mane gibi oyuncuları transfer edebilecek mi?
Yoksa Rossi, Pedro, Oosterwolde ayarında futbolcular mı aranıp, bulunacak?
Semt pazarlarının gün sonu gibi, transferin son haftasına kadar beklenip, oradaki listede kalan futbolcular mı değerlendirilecek?
Beşiktaş, Galatasaray, Trabzonspor kendilerini başarıya ve şampiyonluğa ulaştıracak futbolcuları bu kadar rahatça bulurken Fenerbahçe’nin yapamamasını futbolun hangi akli tarafıyla açıklamamız, anlamamız gerekecek?
Dün Fenerbahçe sadece bir derbi mi kaybetti?
Nasıl kaybettiği ve bunu sezon içindeki defalarca tekerrürlerine gözümüzü kapatmalı mıyız?
Fenerbahçe yönetilemiyor!
Fenerbahçe’nin yönetilemeyen büyüklüğüne başlık atarak kitap yazmış bir yazar olarak “Fenerbahçe’nin yönetilememesinin” içeriğini başka bir anlamla doldurduğumu belirtmek istiyorum.
Kitabın içeriğindeki temel mesele “Fenerbahçe’yi yönetemeyenlerden” çok yönetilmesine engel olan ve onu çevreleyen olaylardı; buradaki konu bunu da içine alacak şekilde her şeyi eline yüzüne bulaştırma ve işin özünü de kaçıracak şekilde yönetememe halidir.
Bu iş bu kadar da zor değildir!
Evet, Fenerbahçe’yi yönetmek bu kadar da zor olmamalıdır!