SERVET YILDIRIM – Bundan dokuz yıl önce Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarihi bir adım attı. Yoksulluğu ortadan kaldırmak, gezegeni korumak, eşitsizlik ve adaletsizlikle mücadele etmek hedefiyle Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarını (SKA) resmen kabul etti. Bu karara paralel bir adım olarak BM’nin 193 üyesi bu amaçların gerçekleştirilmesine yönelik politikalar uygulanmasını kabul ettiler. Ve böylece ortaya 2030 yılı sonunda ulaşılması hedeflenen bir yol haritası konuldu.
Açıklananlar herkesin koşulsuz altına imza atacağı türden amaçlardı: Yoksulluğa son verilmesi; açlığın son bulması; sağlıklı ve kaliteli bir yaşam; nitelikli eğitim; toplumsal cinsiyet eşitliği; temiz su ve sıhhi koşullar; erişilebilir ve temiz enerji; insana yakışır iş ve ekonomik büyüme; sanayi, yenilikçilik ve altyapı; eşitsizliklerin azaltılması; sürdürülebilir şehir ve yaşam alanları; sorumlu tüketim ve üretim; iklim eylemi; sudaki yaşam; karasal yaşam; barış, adalet ve güçlü kurumlar; hedefler için ortaklıklar. Ve bu başlıklar altında bir eylem çağrısı yapılmıştı.
Ama gel gör ki; bu amaçlara ulaşmak için yaklaşık altı yılımız kaldı fakat hedeflenen resmin çok uzağındayız. SKA’ların kabul edildiği günden bu yana pek çok adım atıldı atılmasına ama gelecek altı yıl sonunda da hedeflenen tabloya ulaşacağımızı hiç sanmıyorum. Aslında şu anda önemli olan bu amaçların yürürlükte kalması ve onlara ulaşılması için çaba gösterilmesi; yani istekliliğin sürmesidir.
Özel sektörün rolü
Burada kritik nokta özel sektörün bu konuya dâhil olmasıdır. Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları her ne kadar hükümetler için uygulanabilir hedefler olarak kurgulanmış olsalar da bu hedeflerden her birinin başarıya ulaşmasında sorumlu iş dünyası uygulamaları, yeni iş yapış şekilleri, yatırım, yenilikçilik, teknoloji ve iş birliği aracılığıyla iş dünyası kilit bir rol oynamaktadır.
Bundan dolayı şirketler sürdürülebilirliği ajandalarında bir öncelik haline getirmeliler; yatırım kriterlerini gözden geçirmeliler, daha inovatif iş modelleri geliştirmeliler.
Aslında küresel olma iddiası taşıyan şirketlerde bu eğilimin çoktan başladığını görüyoruz. Bu şirketler içinde faaliyet gösterdikleri toplumlarla daha fazla iş birliği yapıyorlar; sürdürülebilirliği iş yapış biçiminin bir parçası haline getirmeye çalışıyorlar. Ama bu yeterli değil. Konunun önemli hatta çok önemli boyutu finansman noktasıdır.
Her ne kadar birçoğu farkında olmasa da finans kuruluşları ve şirketler aldıkları yatırım kararlarının ve hatta operasyonel kararlarının sürdürülebilir kalkınmayı destekleyici şekilde dönüşümünün sağlanması ile sorumludur.
Sürdürülebilir Finansman Bildirgesi
Farkında olanlar bir süre önce bir araya geldiler ve kurumsal finans ve yatırımların “Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları”nın gerçekleşmesi için harekete geçirilmesine; aynı zamanda sürdürülebilirlik temelli yatırım ile finansman ürünlerinin ve bu piyasanın gelişimine yönelik uygulamaların teşvik edilmesine öncülük edeceklerini taahhüt ettiler. Bir zamanlar benim de yönetim kurulunda yer aldığım UN Global Compact Türkiye’nin inisiyatifinde bir “Sürdürülebilir Finansman Bildirgesi”ne imza attılar.
Bu bildirgede sürdürülebilir finans prensipleri de sıralanıyordu. Önemli ilkelerdi bunlar. Sanayimizin küresel rekabet avantajı kazanması ve sürdürülebilir büyümesini sağlamak amacıyla yenilikçi sürdürülebilir finans mekanizmalarının geliştirilmesi ve bilinirliği için çalışılacağı vurgulanıyordu. Sürdürülebilir borçlanma piyasasının giderek daha erişilebilir hale getirilmesi için somut aksiyon alınacağı belirtiliyordu. Daha sürdürülebilir, yeşil ve dirençli bir ekonominin inşasında, sürdürülebilir finansın getireceği fırsatlar ve yükümlülükler gözetilecekti. Sürdürülebilir finans çalışmaları kapsamına iklimle ilgili risk ve fırsatlar entegre edilerek paydaşların da bu konuda farkındalığının ve iş birliği imkânlarının artması sağlanacaktı. Yenilikçi ürünlerle müşterilerinin karbon ayak izinin azaltılmasına aracılık edilecekti.
Karbon ayak izini düşür
Türkiye’nin ulusal karbon ayak izi azaltım stratejisine de destek olunacaktı.
Bunlar önemli ve kritik taahhütlerdir çünkü birçok küresel sorunun çözümü işin finansman boyutunda takılıp kalıyor. Sorunun çözümü ve amaçlara ulaşılması için sürdürülebilir iş modellerinin geliştirilmesi ve var olan finansal ürünlerin küresel Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarına olan katkısının gözetilmesi gerekiyor. Eğer işin finansman noktasında ilerleme sağlanamazsa ve sürdürülebilir kalkınma amaçları ile çelişen yatırımlar desteklenmeye devam edilirse, mesela kirleten enerjiye fon girişi aynı hızla sürerse bir gelişme sağlanamayacağı ortada.
Finansman hizmetleriyle her sektörü dönüştürebilme gücü olan banka ve finans kuruluşlarına büyük sorumluluk düşüyor. Bu kuruluşlar finansman sağlarken kredi değerlendirme süreçlerinde finansal, teknik veya ekonomik konuların yanı sıra çevresel ve sosyal etkiyi de dikkate almak zorundalar. Nitekim Global Compact Türkiye yaklaşımında, oluşacak etki ve risk boyutunun saptanması, riskleri minimize etmek için yerine getirilmesi gereken yükümlülük ve uygulamaların tespiti ve bu tespitlerin karar verme süreçlerinde dikkate alınmasını içeren bir ‘Çevresel ve Sosyal Risk Yönetimi Sistemi’ uygulanması önerilmektedir. Çevresel ve sosyal risklerin etüdünü kredi değerlendirme sürecinin bir parçası haline getirmeyi ve ilgili politikaların içerisine dâhil etmeyi öngörmektedir.
Yeşil tahvil piyasası
İşin finansman boyutunda sevindirici uygulamalar da var. Mesela sürdürülebilir ve çevre dostu projelere finansman sağlayan yeşil tahvil piyasası büyüyor. Ülkeler ve şirketler ESG tahvil ihraçlarına başladılar. Aynı şekilde kendine güvenen şirketler sadece çevre değil aynı zaman da toplum için de pozitif etki yaratmayı öngören sürdürülebilirlik tahvilleri ile borçlanmaya başladılar. Böylece daha geniş bir havuza ulaşma, yatırımcı tabanını genişletme imkânına kavuştular. Bu ihraçlarla getiri elde ederken çevre ve toplum üzerinde olumlu bir etki yaratmak isteyen yatırımcılar için güçlü bir araç ortaya çıkmış oldu.