SERVET YILDIRIM – Ekonomistler uyarıyorlardı ve haklı çıktılar. Küresel enflasyon dalgası merkez bankacıların beklediği gibi gelişmedi. Onların umduklarından daha yapışkan ve daha inatçı çıktı. Oysa enflasyon iki yıl önce başını kaldırdığında merkez bankacılar bunun geçici faktörlerden kaynaklandığı ve bu faktörlerin devre dışı kalmasıyla enflasyonun da normal düzeylere ineceğini öngörmüşlerdi. O dönemde birçok ekonomist ise “Enflasyon tehdidini küçümsemeyin. Tedbir almakta gecikmeyin. Bir kere yükseldi mi indirmek daha zorlaşabilir” demişlerdi.
Birçok ülkenin şimdi yaşadığı da aynen bu durum. Fed aylardır faiz artırıyor ama hala istediği noktaya ulaşamadı. Harekete geçmekte geç kalan Avrupa Merkez Bankası da aynı şekilde enflasyonu dizginlemek için faiz artırıyor. Son örneklerden bir diğeri ise İngiltere. İngiltere Başbakanı Rishi Sunak son rakamlardan sonra “Enflasyonu düşürmenin kolay olacağını hiçbir zaman söylemedim. Bunun zor olacağını ve zaman alacağını her zaman ifade ettim. Açıkçası son birkaç ayda bu durum daha da zorlaştı” diyor ve ekliyor “Ama enflasyonu düşürmek imkansız değil. Hükümet enflasyon hedefine ulaşma planına yüzde 100 bağlıdır.”
Dünyada enflasyon beklenenden uzun sürdü ve beklenenden yüksek seyretti. Dolayısıyla buna merkez bankalarının verdiği yanıt ise beklenenden daha sert olmalı. Nitekim aylardır faiz artıran Fed geçen hafta yeni artışların sinyalini verdi. Faiz artışına direnmek sorunu sadece daha da katılaştırıyor, hatta kronikleştiriyor.
Türkiye’de Merkez hamlesi
Merkez Bankası’nın geçmişte finansal okur-yazarlığın geliştirilmesi ve enflasyonun nasıl bela bir şey olduğunu halka anlatmak için yaptığı çok başarılı çalışmalar var. Mesela Banka 2018 yılında Anadolu’ya açılmış ve ilk ve orta öğretim öğrencileri ile öğretmenlerine Merkez Bankası’nı, para politikasını ve enflasyonu anlatmıştı. Bu eğitici içeriklere TCMB web sitesinden ulaşmak mümkün. Bu içeriklerden birisinin başlığı “Merkez Bankası Ekonomiyi Nasıl Etkiler?”. TCMB önce “Politika Faizi”ni anlatıyor. Diyor ki; “Merkez Bankası, bankalara ihtiyaçları olduğunda borç verir veya bankalar nakit fazlalarını Merkez Bankası’na yatırabilir. Merkez Bankası bu işlemler için bir faiz oranı belirler. Bu oranı değiştirerek para politikasını oluşturur. Merkez Bankası tarafından belirlenen bu faize politika faizi denir.”
Sonra faizi artırdığında neler olacağını grafikler ve çizimler eşliğinde anlatmış. Demiş ki:
– Bankalar kendi müşterilerine uyguladıkları faizlerini artırır. Kredi çekmenin maliyeti yükseldiği için borçlanmayı erteleriz. Harcamalarımızı azaltırız. Para biriktirmek daha cazip hale gelir.
– Enflasyonla mücadele algısı güçlenir. Enflasyon beklentimiz düşer. Geleceğe dönük ekonomik kararlarımızı buna göre alırız.
– Döviz kurları düşer, Türk lirası değerlenir. İthal ürünlerin fiyatı düşer. Ürünlerimize olan talep düşer, ihracat azalır.
Yani TCMB bir faiz artırımının faiz, beklenti ve döviz kanalından ekonomiyi nasıl etkileyebileceğini en basit haliyle özetlemiş. Ve sonunda da demiş ki; “Merkez Bankası, enflasyon tehdidi gördüğünde faiz oranını artırır. Böylece toplam talebi düşürerek enflasyonu düşürmeye çalışır.”
Dolayısıyla reçete belli. Basit düşünüp basit davranmak ama etkili sonuçlar almak için heterodoks yollara sapmadan bu reçeteyi uygulamak gerekiyor.
Yön doğru, şiddet düşük
Merkez Bankası 27 ay sonra ilk defa faiz artırdı. Kademeli artış yoluna gidildi. Önden yüklemeli artırım faizi hızlı yükseltmenin ekonomiyi resesyona sokabileceği endişesinden tercih edilmemiş olabilir ama bu yöntem Türkiye’ye bazı faydalar sunabilirdi. Çünkü Türkiye’nin üzerinde çalışılan yeni ekonomik programı uygulayabilmesi için döviz likiditesini rayına koyması ve döviz rezervindeki erimeyi tersine çevirmesi lazım. Dışarıdan sermaye girişi ve portföy yatırımları ise son dönemde oldukça azaldı. Bu aşamada Türkiye’nin uluslararası portföy girişlerini tekrar çekebilmesi gerekiyor. Bu fonların önemli bir kısmı ise devlet iç borçlanma senetlerine geliyor. Bu alana uluslararası fon sahiplerini çekebilmek için yabancı yatırımcı açısından faiz riskini mümkün olduğunca azaltmak gerekiyor. Hazine kağıdına yatırım yapanlar hazine kağıdını aldıktan sonra faizler daha fazla artarsa aldıkları kağıdın fiyatı da düşeceği için portföyleri değer kaybedecek. Bu nedenle faizleri kademeli artış trendine sokmak yabancı yatırımcıyı da aksiyon almak için faizde zirveyi, yani yeni artırımları beklemeye yöneltir. Girişleri yavaşlatır.
Bu aşamada en doğru hareket ortada ne daha fazla devalüasyon ne de daha yüksek faiz beklentisini bırakmamaktır. Yani Türkiye’ye çekmek istediğimiz yatırımcı için kur ve faiz riskini sınırlamaktır. Yerli yatırımcıyı çekebilmenin şartı ise aylardır negatif olan reel faizi terk edip, beklenen enflasyonun üzerinde yani pozitif reel faiz sunabilmektir. Bu çerçevede en etkili yol faizleri zirveye çıkararak beklentileri yönetmek, kaynak girişini sağlamak ve belli bir dengeye geldikten sonra enflasyondaki görünümün de olumluya dönmesiyle faizleri kontrollü bir şekilde aşağı çekmektir. Bu hem yabancı sermayeyi hem de içerideki yastık altı kaynakları çekebilmek için daha etkili olabilir.
Faiz artırımı boyut olarak düşük olsa da bence doğru yönde atılmış bir adımdır. Ve yeni bir süreci başlatmaktadır.
TCMB ve enflasyon
Merkez Bankası’nı enflasyon konusunda rahatsız eden birkaç gelişme var. Bu gelişmeler enflasyonun ana eğiliminin yüksek seyretmesine neden oluyor. Bunlardan birincisi “yurtiçi talepteki güçlü seyir”. İkincisi “maliyet yönlü baskılar”. Üçüncüsü ise “hizmet enflasyonundaki katılık.” Bunlara ek olarak dördüncü bir faktör daha var ki; o başlı başına ayrı bir dert: Fiyatlama davranışlarında bozulma. Yani ekonomideki aktörlerin enflasyon artıyor psikolojisine girip buna yönelik davranması; kontratları, ücret ayarlamalarını, ürün ve hizmet fiyatlamasını “enflasyon yükseliyor“ psikolojisi içinde yapmaları. Beklentiler bir kere bozulmaya başladı mı düzeltmek zaman alıyor; emek istiyor. Bu durumda Banka kararlı adımlarla güveni yeniden tesis etmek zorunda. Güçlü bir faiz artırım sürecine başlatmak ise bu güveninin tesisi için var olan en önemli araç.