Ramazan ayında Gazze’de saldırılarının durdurulması için bir ateşkes umudu varken, Katar’ın arabuluculuğunda bir taslak üzerinde çalışıldığı bir dönemde, İsrail, yardım sırasında bekleyen Filistinlilere ateş açtı. Sahada vahşet sürerken, bu hafta Lahey’de Uluslararası Adalet Divanı’nda “İsrail’in Filistin işgaline ilişkin” lehte ve aleyhte sunumlar yapıldı.
Şöyle özetleyelim, Divan’da iki süreç birden ilerliyor. İlki Güney Afrika Cumhuriyeti’nin açtığı ve geçtiğimiz günlerde ihtiyati tedbir kararlarının verildiği ‘soykırım sözleşmesinin ihlâl edilip edilmediğiyle’ ilgili dava süreci. İkincisi ise Birlemiş Milletler Genel Kurulu’nun Divan’a yönelttiği iki soru üzerinden yürüyen süreç. Bu iki soru şuydu:
1- İsrail’in işgali sürdürmesinin hukuki sonuçları nelerdir?
2- İsrail’in uygulamalarının, devletler için doğurduğu hukuki sonuçlar nelerdir?
Aralarında Türkiye’nin de olduğu 52 ülke, bu iki soruya cevap içeren sunumlarını geçen hafta yaptı. Tabii soru şu: İsrail’in işgaline ilişkin pek çok BM Güvenlik Konseyi kararı varken, Divan’ın ileteceği ‘görüş’ Filistinlilerin hayatında ne değiştirecek?
Tanımanın önünü açılır mı?
Bu soruyu bu hafta hem mahkemede Türkiye’nin sunumunu yapan Dışişleri Bakan Yardımcısı Ahmet Yıldız’a hem de Avrupa Konseyi nezdinde 2014-2018 arası Daimî Temsilci olarak görev yapan Büyükelçi Erdoğan İşcan’a sordum. Yıldız, ortaya çıkacak ‘istişârî görüşün’, ‘Filistin devletinin tanınması’ gibi bir sonuca hizmet edebileceğini düşünüyor. Yıldız şöyle diyor:
“İsrail’in bu kadar ileri gitmesinin altında, 6 yıl önce ABD yönetiminin aldığı, sefaretin Kudüs’e taşınması gibi faktörlerin etkisi var. AB hâlâ Filistin devletini tanımıyor. Bu tutumu şöyle izah ediyorlardı: ‘Filistin devletini tanırsak, Filistin tarafında müzâkereye olan ilgi azalır. Bugün bu tutum ‘Filistin devleti tanınırsa İsrail müzâkere masasına gelir’ görüşüne dönüştü. Birçok AB’li politikacı da bunu söylemeye başladı. Ben bu istişarî görüşün en çok buna hizmet edeceğini düşünüyorum.”
Uzun ve zorlu yol
Büyükelçi İşcan ise soruya cevap verirken, ‘Bu süreci yararsız, gereksiz bir adım olarak görmüyorum’ diye söze başlıyor; ”Uzun dönemli uğraşılara destek olarak görmek gerekiyor” diye ekliyor. Elbette Uluslararası Adalet Divanı’nın vereceği karar siyasi temelli olmayacak. İşcan, “Devletler -böyle bir iradeleri varsa- Filistin’i tanımanın bedellerini değerlendirecek, Divan’ın kararı o zaman altına girebilecekleri bir hukuki şemsiye olacak” diyor.
Büyükelçi İşcan’a göre, bu görüş metnini yıl sonundan önce beklememek gerek. Burada bir hatırlatma yapalım, Divan’ın BM Genel Kurulu’nun 2004’te ‘işgalle ilgili istediği ve İsrail’in inşa ettiği ‘utanç duvarının hukuka aykırı olduğu’ sonucunu içeren görüşünü hazırlaması 10 ay sürmüştü. Uluslararası Adalet Divanı Güney Afrika’nın davasını en erken iki yılda karara bağladığını düşünürsek, o gün ne değişecek? Büyükelçi İşcan, şu çerçeveyi çiziyor:
“Çok kutuplu sisteme dönüşen dünyada, BM’de küresel güney gibi yeni devlet kümeleri ve ittifaklar oluşuyor. O gün geldiğinde bu hukuki görüşler, yeni ittifakların amaçlarına hizmet edebilir, onların hukuki argümanlarına destekleyici bir nitelik oluşturabilir. Tabii o günün konjonktürünü bugünden kestirebilmek zor ama İşcan ‘Alınacak her karar o günün dengesinde ‘küresel güneyin’ güçlendirilmesine etki yapabilir’ diyor.
Her iki isim de elbette bu uzun süreçlerin, bugün bombaların altında can veren, açlıktan, hastalıktan ölen, uluslararası düzenin çarkları arasında sıkışmış bir halkın derdine çare olmadığını biliyor; ama sanırım Uluslararası Adalet Divanı’ndan çıkacak sonuçlar ‘örülen duvara bir tuğla daha koymak’ gibi görülmeli. O tuğlalar belki bir duvara dönüşmeyecek ama denemekten başka çare de yok.