Yeni bir solukla başlayan üçüncü sezonunu vites düşürmeden devam ettiren “Yargı” dizisi benim için düşmeyen merak dozu kadar toplumsal cinsiyet eşitliği alanında verdiği örneklerle de izlenir oldu ilk günden beri. Bir kere işine âşık bir ana kadın karakter vardı. Ceylin’i (Pınar Deniz) önce ne olarak tanımlarız? Ilgaz’ın (Kaan Urgancıoğlu) büyük aşkı / sevgilisi / karısı diye değil, mesleği uğruna riske giren, hatta bazen sevgilisiyle ters düşmeyi, onu kızdırmayı da göze alan bir avukat o.
Dikkat edersek bunun dizilerimizde çok rastlanan bir özellik olmadığını görürüz. Çoğu ana kadın karakteri düşününce aklımıza ilk gelen mesleği olmaz. Hatta çoğunun mesleğini bilmeyiz bile. Ayrıca kendi kararlarını alan, hiçbir lafın altında kalmayan ama bir yandan da aşkına sadık, üzüldüğünde, korktuğunda sevgilisinin göğsüne başını yaslayan sahici bir kadın, Ceylin. Karşısında da ona her alanda destek olan bir adam var. Evde hizmet beklemeyen, mutfağa karısı kadar sık girip yemek yapan, zaten evde de babasından bunu görmüş olan Ilgaz. “Bugün 8 Mart, karıma sürpriz olsun yemeği ben yapayım” gibi bir şey değil bu, ortada zaten işlerin eşit bölüşüldüğü bir düzen var.
Bunlar ana karakterler için söylenebilecek olan birkaç şey. Ayrıca dizinin dört bir yanında meslek sahibi, kendi ayakları üzerinde duran kadınlar var / oldu hep sezonlar boyunca. En parlaklarından biri Şükran Ovalı’nın oynadığı Derya Savcı idi, âşık olduğu kadını ‘koruyacağım’ diye ona acizmiş gibi davranan erkekler için de ders niteliğinde, hatta bazen sert bir karakterdi. Ama dizide bütün bunlar ders vermeden gösteriliyordu, hayatın olağan akışı içinde.
Milliyet Sanat dergisinin piyasadaki ocak sayısı için dizinin senaristi Sema Ergenekon ile yaptığım röportaj bana bunun nedenini de canlı canlı gösterdi. Dizinin başarısının nedenini de tabii. Son derece güçlü ve duygusal bir kadın olduğu açıkça görülen Sema Ergenekon, hiçbir sahneyi ya da karakteri “dur ben şimdi topluma bir mesaj vereyim” diye serpiştirmiyordu diziye. O kendisi için gerçek olanı yazıyordu, bu kendiliğinden örnek niteliği taşıyordu. Bakıyorduk, karizmatik bir erkek savcı evde yemek pişiriyor. Demek ki mutfak kadının yeri değil, mutfağa girmek ‘delikanlıyı’ bozmaz. Ya da bir kadın evliliği için işinden taviz vermek zorunda değildir, “evini ihmal etmeden çalış” diye bir kural yoktur. Sema Ergenekon’un “Bütün erkek karakterlerimde ondan izler var, ilişkimizi de malzeme olarak kullanıyorum” dediği kocası Uğur Aslan’ın (dizinin Eren Komiser’i) da hakkını teslim etmek lazım burada.
Dizilerin görevi mesaj vermektir demiyorum elbette ama evlerimize haftanın her günü destursuz girip saatlerimizi ele geçiren bir işin söz söylemek için çok imkânı var. “Yargı”nın gösterdikleri bu yüzden önemli. Ya da “Ömer”de bir fuhuş çetesi tarafından kandırılan kız çocuğunun savcılığa gidip şikâyetçi olma cesareti bulması, ailesindeki büyüklerin ona arka çıkması, arkadaşlarının “tacize uğrayıp susan ne kadar çok kadın var, sen hepimize örnek oldun” demesi… Ne bileyim, “Kızılcık Şerbeti”nde babasının okutmak yerine evlendirmek istediği genç kızın el birliğiyle kurtarılıp, babası da ikna edilerek üniversiteye gönderilmesi. Vurdu kırdı, entrika, ihanet, onu onun babası sanıyorduk meğerse değilmiş dışında işe yarama ihtimali bir şeyler görmek iyi geliyor insana.