“Tarih; 12 Mart 1997… Ankara 19 Mayıs Stadı’ndaki Beşiktaş-Trabzonspor Başbakanlık Kupası maçı…
Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan stada girdiğinde, siyah-beyazlı taraftar, “Hükümet istifa” diyerek, Erbakan aleyhine tezahüratta bulunmuştu. İşte bu sırada ayağa kalkan Beşiktaş Başkanı Süleyman Seba, hiddetle taraftarın bu tepkisini susturmuş, el hareketleriyle siyah-beyazlılara “DUR” demişti.
Yıllar sonra, bir sohbette Süleyman Seba aynen şu ifadeyi kullanmıştı: “Oraya gelen Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı idi. Ona karşı bir saygısızlık yapmalarına nasıl izin verebilirdim?”
Sevsin ya da sevmesin, böyle bir devlet terbiyesi içerisindeydi o büyük adam…
Yine aynı sezon ve bu kez Gençlerbirliği ile oynuyor Beşiktaş… Ezeli rakibi Fenerbahçe’nin Başkanı Ali Şen’e küfreden tribünlerini susturmak için, taraftarının tam kalbi olan yere oturdu Süleyman Seba… Sade bir kimlikle… Korumasız, protokolsüz… Orada da, sadece varlığıyla küfürleri susturmayı başarmıştı. Beşiktaşlı taraftar ise sadece, “Ali Şen sussun, biz de susalım” diyerek mesajı aldığını belli etmişti.
Ve, son oynanan Beşiktaş-Lugano karşılaşması… Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Mehmet Büyükekşi için tribünler, küfürlü tezahüratlarla “sözde” tepki koyuyor. Benim bildiğim, Beşiktaş taraftarı yaratıcıydı, ince espri dolu tezahüratlarla mesajını verirdi. Her şeye karşı olan Çarşı, karşısındakini “ince ince” doğrardı. Ne ara bugünlere geldi? Beşiktaş Başkanı Ahmet Nur Çebi, – yalandan da olsa – çıkıp, Seba gibi, “susun” diyemez miydi? Diyemezdi tabii ki… Çünkü, o taraftar, o süreçte, kendisi için de “Yönetim istifa” diye tempo tutuyordu. Nasıl çıkıp da, “Susun” işareti yapsın, yapabilsin?
* * *
Bu arada yüzlerce taraftar, bu olaydaki küfür nedeniyle “seyirden men” alırken, aynı zamanda mahkemeye çıkacak. Yetmez, ama evet! Bu sadece Büyükekşi için olmamalı… Küfür yiyen, başkan da olsa, hakem de olsa, futbolcu da olsa, “adam sendecilik” olmamalı… Hak eden hak ettiğini almalı…
Yıllar önce, tribünlerde, küfür karşıtı bir kampanya başlamıştı. Bundan kurtarmak isteyen taraftarlar da, “Hakem, hakem anlarsın ya…” diyerek, mesajını pekala iletiyordu.
Renk ayırımı yapmaksızın tüm taraftarlara da söylemek istiyorum, küfretmeden de, daha yaratıcı metotlarla meramınızı anlatabilirsiniz.
Sözleşme ne diyorsa, o…
Yüz dönüm bostan, yan gel yat Osman… Başarılı olsalar da, rezil olsalar da, cepleri doluyor teknik direktörlerin… Çünkü, durum olumsuz da olsa yaptığı mukavelenin karşılığını alıyorlar.
“Peki, nereden çıktı bu?” demeyin. Sayısız örneklerin içinde bunlardan birini ele almak istiyorum. Teknik Direktör Abdullah Avcı, Beşiktaş’a erken vedasında milyon liraları banka hesabında görürken, tuttu, Trabzonspor’a gitti. Buradaki işini bitirmeden teslim ederken, sezon sonuna kadar olan parasını da yine almayı bildi.
Aynı Trabzonspor, Avcı’nın yerine getirdiği Nenad Bjelica’ya şimdi ayrılmak için 1.5 milyon euro teklif etmiş. O da, 3 milyon euro istiyormuş.
Baskın anlayışa göre, yeniden Avcı geliyor. Bakalım kaç yıllık imza atacak? Ama adamlar haklı… Sözleşme ne diyorsa, o…
Görelim bakalım
4 büyükler olarak adlandırılan Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor, halka açık şirketler… Taraftarının dışında, hissedarlarına hesap verme yükümlülüğü şartı var. Her üç ayda bir, şirketlerinin durumuyla ilgili bildirimde bulunuyorlar.
Ve sponsorlukların çoğaldığı, UEFA gelirlerinin arttığı; buna karşılık, transfer rakamlarının uçtuğu 1 Haziran sonrasındaki üç aylık dönemin muhasebesi, bugün (10 Ekim) açıklanacak. Muhtemelen akşam saatlerindeki bu açıklamada, 4 büyüklerin mali durumları daha yakından görülebilecek.
Umarım, kulüplerin geleceğini tehlikeye atmayacak bir tablo ortaya çıkar. Peki korkulan bir gösterge karşısında ne yapacaklar? Bu da ayrı bir yazı konusu…”