Müjde Işıl – 6 Şubat depremlerinin ve artçılarının acısı hiç dinmiyor. Resmî rakamlarla on binlerce kaybımızın, darmadağın olan hayatların, ne olduğunu kavramakta zorlanan küçük yüreklerin, gelecek endişesinin, yıkılan evlerde kalan geçmişlerin, tarihi yok olan şehirlerin acısı… Bir tarafta da depremzedeler için maddi manevi her şeyiyle dayanışan bir toplumun kendine aşıladığı umut var.
Depremde senarist/yönetmen Ferit Karahan da teyzesini ve kuzenini kaybetti. Sosyal medya hesabından yardım çağrısında bulunarak teyzesi İpek Çakır’ın ve oğlu Yasin Çakır’ın Hatay Kırıkhan’da enkaz altında olduğunu paylaştı, bir gün sonra da vefat haberlerini… Depremin üzerinden zaman geçse de insan hep çekiniyor, “Bu konuda konuşmak ister misiniz?” diye sormaya… Böylesine tarifsiz bir acının üzerine konuşmak istemeyebilirdi ama nezaketle “Olur” dedi Ferit Karahan. Cevaplarken “Her denememde yüreğime bir şey oturdu” deyişi, belki de hepimizin hissettiklerinin tarifiydi. Böylece ortaya, acılarıyla ve umutlarıyla bu röportaj çıktı.
Öncelikle başınız sağ olsun. Depremde Hatay’da teyzenizi ve kuzeninizi kaybettiniz. Çok kayıp yaşadığımız bu felakette toplumumuzun gösterdiği duyarlılık ve dayanışma umut kaynağı oldu hepimize. Siz bu süreci nasıl yaşadınız, neler hissettiniz?
Deprem olduğunda uyanıktım ve ilk andan itibaren meselenin çok vahim olduğunu/olacağını maalesef biliyordum. Herkesten farklı bir durum yaşamadım; üstümde ağır bir yük vardı, ağlama krizleri içinden çıkmam zor oldu. Aslına bakarsanız metanetli bir insanım fakat bu kadar ağır bir trajedi herkes için çok zor. Benim için başka bir zorluk da anneme en genç kardeşinin, yazma örerek ömrü hayatı boyunca biriktirdiği paralarla aldığı evin, artık mezarı olduğunu anlatamamamdı. Benim annem yaşlı bir kadın ve onun böyle üzüldüğünü hiç görmemiştim. Yaşamım boyunca çok zor zamanlar geçirdim fakat bu deprem kadar hiçbir şey beni sarsmamıştır.
Deprem sonrasında “Okul Tıraşı”nın özel gösterimleri oldu ve bu gösterimlerden elde edilen gelirin deprem bölgesine bağışlandığını duyurdunuz. Bu dayanışma çağrınıza nasıl destekler geldi?
Sağ olsunlar bizim yurt dışındaki dağıtımcılar böyle bir sürü gösterim yaptılar. Yaşama çok umut ile bakan birisi değilim fakat etrafımda gördüğüm çok fazla insanın bir şekilde ‘dayanışması’ gerçekten başka bir birliktelik bağı ile bağlı olduğumuzun göstergesi oldu. Fakat geçenlerde TV’lerde ‘büyük hayırseverlik’ kisvesi altında izlediğimiz, gerçekten beni çok üzdü ve öfkelendirdi. Bauman’ın ‘hayırseverlik karnavalı’ olarak tanımladığı yardım kampanyaları, ‘bastırılmış ahlaki duyguların kitlesel fakat kısa ömürlü patlamalarıdır’ sözü aklıma geldi. Bu, mağduriyeti ortadan kaldırmaz. Tam aksine, mağdur olanları “merhamet nesneleri” olarak sunarak toplumsal hiyerarşiyi yeniden üreten bir mekanizma olarak ortaya çıkarır. Chomsky’nin ‘rızanın imalatı’ dediği şey, bir anlamda hemen yerleşir. Sınıfların belirginleşmesi, yaşadığımız ve yaşayacağımız afetlerin bir anlamda nedenidir. Yıllarca burada deprem olacağı bilindiği hâlde mevcut ve evvel iktidarların hiçbir şey yapmaması, belli zümreleri ‘hayırsever’ seviyesine çıkarmaları bu büyük afeti aynı zamanda trajediye ve zulme dönüştürdü. Aksinin, yani ‘hayırseverlik karnavalı’ denilen şeyin bir geleceği yok. Biz yatılı okulda genelde dayanışarak hayatta kaldık. Bence toplum olarak da böyle hayatta kalıyoruz.
“Okul Tıraşı”nın özel gösterimlerinden elde edilen gelir depremzedelere bağışlandı.
‘Üzüntümüz onların da üzüntüsü oldu’
Sinema sektörü, sektör paydaşları depremden sonra güçlü bir dayanışma gösterdi mi? Ülkemizin sinema paydaşları bu süreçte neler yaptı ve bundan sonra neler yapmalı sizce?
Bence bizim sinema sektörü bu yönüyle çok duyarlı. Hatta bütün sektörlerden daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Meslek birliklerimizin bir çalışması var. Bizler bunun çok çok uzun soluklu bir yeniden inşa ve iyileştirme süreci olduğunun farkındayız. Fakat yurt dışında bir dalga oluşturamadık. Yurt dışında çok az tanınan yönetmenlerimiz, oyuncularımız, yapımcılarımız var ve bunun da nedeni, nasıl ki deprem ve etkisi söz konusu olduğunda bir sürü ihmal, liyakatten yoksun pratikler gördüysek, filmlerimizin çeşitliliği de çok fazla engellenmemizle ilgili. Bizim gibi toplumlarda kimin ne yapacağını bir anlamda devlet kontrol etmek istiyor. Sürekli bir homojenleştirme politikası almış başını gidiyor. 1800’lü yılların ortalarından beri bir türlü bundan kurtulamadık. Sen Kürt olamazsın, erkek olamazsın, kadın olamazsın… Bu hayalet her iktidarda itinayla çağrıldı. Yeter artık! İyice pasaport toplumuna dönüştük; neredeyse yolda kaza yapan araca yardım etmeden önce pasaportlarını soracağız. Herkes kendi hayatını yaşıyor ve her şeyi kendimize benzetmek zorunda değiliz.
Bundan sonra ne yapmalıyız sorusuna gelirsek eğer, gördük ki bütün dünya bizim düşmanımız değilmiş, bizim için dayanışmadan çekinmediler. Üzüntümüz onların da üzüntüsü oldu. Dünyaya daha fazla entegre olmalıyız. Dünün konservatif, artık yalın bir baskıya dönüşmüş davranış ve gelenek biçimlerini bir tarafa bırakıp yarını şekillendiren fikirler üretmeliyiz.
Hatay emsalsiz tarihiyle neredeyse yerle bir oldu. Sizin gözünüzde Hatay nasıl bir yerdi ve yeni nesillere bu kadim şehri nasıl anlatacağız, nasıl hatırlatacağız?
Hep çok gitmek istediğim ama bir türlü fırsat bulup gidemediğim, sadece fotoğraflardan ve belgesellerden gördüğüm bir kentti. Arkadaşlarım her tarafının çok güzel ve benzersiz olduğunu anlatıyorlardı. Görmediğim için çok pişmanım!