Ağırlıklı olarak euro ile kazanan ve dolar ile harcayan bir ekonomimiz olduğu için euro’nun güçlenmesi lehimize. Euro’nun seyir grafiği ile Türkiye’nin ekonomik performans grafiğini üst üste oturttuğunuzda aradaki güçlü ilişkiyi görürsünüz.
Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim: Türkiye’nin çıkarı güçlü euro’dan ve güçlü bir Avrupa ekonomisinden yanadır. Avrupa ekonomilerinin durgunlaştığı, euro’nun değer kaybettiği ve doların değerlendiği dönemler Türkiye ekonomisinin göreli olarak performansının kötü seyrettiği dönemlerdir.
Birdenbire Avrupa’nın önemini hatırlamamızın nedeni geçen hafta açıklanan bazı ekonomik tahminlerdi. Parlak olmayan bu tahminlere göre bu yıl ve gelecek yıl Avrupa ekonomileri beklenenden daha düşük bir hızda büyüyecekler. Yine bu tahminlere göre Avrupa Birliği’nin babası ve Avrupa ekonomisinin lokomotifi olan Almanya ise resesyona girmek üzere bulunuyor. Böylesi bir ekonomik tablo doğal olarak dünyanın ikinci büyük rezerv parası olan euro’yu da baskı altına alacaktır.
Avrupa ekonomilerinin seyri bizi yakından ilgilendiriyor çünkü Türkiye’nin en büyük dış ticaret ortağı Avrupa Birliği’dir. İhracatımızın yüzde 40’tan fazlasını 27 ülkeden oluşan bu bölgeye yapıyoruz. Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı yatırımların yarısından fazlası Avrupa kaynaklı. Türkiye’yi ziyaret eden turistler içinde Avrupa vatandaşı olanlar çoğunlukta bulunuyor.
Euro’nun kaderi bizi yakından ilgilendiriyor çünkü dış borçlarımızın ağırlıklı kısmı dolar cinsinden. Yani euro zayıflayıp dolar arttıkça bütçede TL olarak gösterilen borç faiz ödemeleri de artıyor. Türkiye ihracatını ağırlıklı olarak euro ve ithalatını dolar ile yapıyor. Dış borçlanmasını ise daha çok dolar cinsinden yapıyor. Turizm gelirleri de ağırlıklı olarak euro cinsinden.
Diğer bir deyişle ülkeye euro geliyor, dolar gidiyor. Ayrıca yurtdışında çalışan ve kazançlarını kısmen de olsa Türkiye’ye gönderen vatandaşlarımıza ait döviz tevdiat hesapları da daha çok euro cinsinden tutuluyor.
Kısacası ağırlıklı olarak euro ile kazanan ve dolar ile harcayan bir ekonomimiz olduğu için euro’nun güçlenmesi lehimize. Ekonomik dengelerimiz de çapraz kurdan önemli ölçüde etkilenebiliyor. Çünkü ihracatın ve ithalatın kompozisyonu, turizm gelirleri, borç yapısı ve işçi dövizi gelirleri gibi faktörler nedeniyle gönlümüz hep Avrupa ekonomisinin güçlü olmasından ve euro’nun değerlenmesinden yanadır.
Paritenin hareketi
Son açıklanan verilere paralel olarak euro dolar karşısında 1,10 seviyesinin altına indi, 1,05’e kadar geriledi. Akla hemen “Acaba 1 euro 1 dolar olur mu?” sorusu geliyor. Euro en son 1 dolar seviyesini 2002 Temmuz başında görmüş. Sonrasında tırmanarak 2008 Temmuz ayında 1,59’a kadar ulaşmış. Daha sonraki yıllarda gerilemeye başlamış. Ve 2015 Nisan ayında 1,05 seviyesini görmüş. Sonrasında genel olarak yatay bir seyir izlemiş ve 2016 Aralık ayında kısa bir süre için de olsa 1,05’in hemen altına inmiş. Bu da dip. Sonra malum hareket yaşanmış; yani yükselmeye başlamış, 2018 Mart’ta 1,24 görüldükten sonra ise inişli çıkışlı bir seyir ile bugüne kadar gelmişiz. Bu dalgalı hareket sırasında geçen yıl eylül-ekim aylarında çok kısa bir süre için de olsa 1’in altını gördü.
Dönemler itibarıyla euro’nun seyir grafiği ile Türkiye’nin ekonomik performans grafiğini üst üste oturttuğunuzda euro’nun gücü ile Türkiye ekonomisinin güçlülüğü arasındaki ilişkiyi görürsünüz. Bu paralellik gösteriyor ki, Türkiye ekonomisinin çıkarı “güçlü euro”dadır.
AB daha az büyüyecek
Avrupa Birliği demek 450 milyonluk bir nüfusa mal ve hizmet satmak demektir. Ve bu 450 milyonun her biri ortalama 35 bin dolar civarında kişi başı gelire sahip. Yani zengin bir pazar. Avrupa Birliği blok olarak 15 trilyonu aşkın gayrisafi hasılası ile dünyanın ikinci büyük ekonomisi. Yine blok olarak dünyanın en büyük ikinci ihracatçısı ve ithalatçısıdır.
Son yapılan ekonomik tahminler Avrupa ekonomilerinin neredeyse tamamında büyümenin daha önce tahmin edilenlerden daha yavaş olacağına işaret ediyor.
Bölgedeki ortalama büyüme hızının bu yıl yüzde 0,8 olması bekleniyor. Oysa bu yıl başında tahminler yüzde 1’in üzerindeydi. Gelecek yıla ilişkin tahminler de daha öncekilerden karamsar. Yıl başında yüzde 2’ye yakın olması beklenen 2024 büyüme tahmini yüzde 1,4.’e çekildi.
Avrupa’nın lokomotifi ve bizim en büyük ticaret partnerimiz olan Almanya’nın ise yavaşlamanın ötesinde resesyona gireceği öngörülüyor. Tahminlere göre Almanya bu yıl büyümek bir yana yüzde 0,4 daralacak. En büyük ihracat pazarımız olan Almanya’ya bu olumsuz görünüm nedeniyle “Avrupa’nın hasta adamı” lakabını takanlar oldu. Bence abartılı ve yanlış bir benzetme çünkü her şeye rağmen Almanya istihdam yaratmaya devam ediyor. Kamu maliyesini de bozulmadan götürebiliyor. Ama bunlara rağmen yine de Almanya’da bir sıkıntı olduğu ortada. Ülkede yeni siparişler 2012’den bu yana en düşük seviyesinde seyrediyor. Geçen hafta açıklanan satın alma yöneticileri endeksi Almanya’da sorun olduğunu teyit ediyor.
Hesaplar güncellenmeli
Ve yine geçmiş yıllardan biliyoruz ki; eğer Almanya’da bir sıkıntı varsa bu bütün Avrupa Birliği’nin sıkıntı içinde olduğu anlamına gelir. Sıkıntının kaynaklarından biri Rusya-Ukrayna savaşı gibi bazı jeopolitik gerilimler ve enerji piyasasında yaşananlar. Ancak faizlerin artması ve kredi maliyetlerinin yükseliyor olmasının payı da göz ardı edilmemeli.
Avrupa Merkez Bankası’nın arka arkaya yaptığı 10 faiz artırımından sonra Euro Bölgesi’nde faizler rekor seviyelerde seyrediyor. Enflasyonun hala hedeften uzakta olması nedeniyle Avrupa Merkez Bankası’nın hemen gevşemesi beklenmiyor. Bu demektir ki, Avrupa’da faizler uzun bir süre daha yüksek kalacak, ekonomik aktiviteleri kısıtlamaya ve büyümeyi yavaşlatmaya devam edecek.
Enflasyonla mücadele etmek ve enflasyonu daha makul seviyelere çekebilmek için iç talebi kısmaya çalıştığımız bir dönemde Avrupa’nın durgunluğu bizi daha fazla ilgilendiriyor. Normalde iç talebi kısarken dış talep ile durumu telafi etmeye çalışırız. Örneğin 2001 krizinden çıkarken dış talebin desteğinden önemli ölçüde faydalanmıştık. Ama o zaman faydalanabileceğimiz canlı bir dış talep vardı. Şimdi ise durum farklı. Avrupa’da ortaya çıkan son görünümün ışığında biz de hesabımızı ve kitabımızı oluşan yeni durum ve olasılıklara göre yapıp, dış talebin katkısına dair gerçekçi varsayımlarla yolumuza devam etmeliyiz.