MÜJDE IŞIL- “Yüzüklerin Efendisi”, “Dune” ve “Yıldız Savaşları”… Denis Villeneuve imzalı “Dune: Part Two/Dune: Çöl Gezegeni Bölüm İki” bunların hepsinin toplamı aslında. Her şey çok tanıdık ama o kadar güçlü bir görsel dünya kuruyor ki iş dönüp dolaşıp “ne anlattığın değil, nasıl anlattığın önemli”ye varıyor.
Serinin ilk filminde Paul Atreides’in kabuklarında sıyrılıp sorumluluk almaya başlamasını izlemiştik. Hikâyenin diğer temeli ise emperyalizm ve sömürge eleştirisiydi. Orta Doğu’nun petrol yataklarını, çöllerini ve halklarını anımsatan Arrakis gezegeni üzerinden… İkinci film bu temaları devam ettiriyor ama üzerine daha derin mevzular ekliyor. Arrakis’in yerlileri Fremenler, çölle ve devasa çöl solucanlarıyla barışık bir yaşam sürerken ve gezegenlerini istila edip baharatlarına el koyanlarla mücadele ederken birbirleriyle ayrışıyorlar bu sefer. Halkın çoğunluğu Paul’ü kehanetteki kurtarıcı, seçilmiş kişi olarak görürken başta Chani olmak üzere az sayıdaki diğer grup ise bu tür kehanetlerin ve inançların insanları uyutmaya ve yönetmeye yaradığını söylüyor. Filmde bu iki kanadın mücadelesini iki kadın karakter üzerinden görüyoruz. Paul’ün annesi, ailesini korumak için kehanet mevzusunu kullanıp bir nevi Lady Macbeth’e dönüşüyor. Chani ise hikâyede sekülerizmi ve mantığı temsil ediyor. Kehanet gerçekleştikçe Chani’nin uyarılarının da önemi artıyor.
‘Yıldız Savaşları’ etkisi
İkinci filmde Paul’ü büyük bir dönüşüm içinde izliyoruz. Daha çok “Yıldız Savaşları”nın Luke Skywalker’ı gibi… İki seri arasında ne kadar benzerlik olduğunu bu filmde daha net fark ediliyor. Üçüncü filmde bu dönüşüm nasıl işlenecek göreceğiz. Ama ikinci filmde Anakin Skywalker’ın Darth Vader’a dönüşümünün de ipuçları seziliyor.
Üç saate yakın süresinde hiç vites düşürmeyen temposuyla ikinci film, ilkinin kurduğu dünyayı iyice büyütüyor ve çölü, seyirciyle hemhal olan canlı bir organizmaya çeviriyor. Çölün ışığını, kumunu, solucan dalgasını canlı kanlı yaşatıyor hepimize. Timothée Chalamet rolüne iyice adapte olmuş, Zendaya mimiklerini zenginleştirebilirse sıra dışı yüzünün avantajını daha iyi kullanabilecek. Charlotte Rampling, Christopher Walken ve Stellan Skarsgård’ı izlemeye yine doyamıyoruz. Kadroya yeni katılanlardan Florence Pugh’un kısa ama akılda kalıcı performansı bir yana, “Mad Max: Fury Road” tarzı Austin Butler, Elvis’ten sonra büyük bir sürpriz yapıyor.