MÜJDE IŞIL- Çok değil, birkaç hafta önce Venedik Film Festivali’nde Şilili sinemacı Pablo Larrain’in “El Conde” filmi, En İyi Senaryo Ödülü kazandı. Larrain filminde, Şilili diktatör Augusto Pinochet’yi 250 yaşında bir vampir olarak resmetti. Diktatör Pinochet, Şili tarihinde o kadar yara açtı ki, yıllar geçse bile hem toplum hafızası kanamaya hem de Şili sineması bu hafızayı canlı tutmaya devam ediyor. “1976” da bu filmlerden biri…
Filmin kahramanı Carmen orta üst sınıf, hali vakti yerinde bir ev kadını. Onu ilk gördüğümüzde yazlık evinin duvarı için özel bir renk seçmeye çalışıyor. Dışarından bir kadının arabaya alıp zorla götürüldüğünde (ve herkesin faili meçhul olacağını bildiği olayda) ne olduğunu anlamaz biçimde etrafına bakıyor. Ama kasabanın rahibi gelip ondan 20’li yaşlarındaki yaralı bir çocuk için yardım istediğinde, içinde yaşadığı ülkenin vahim tarafıyla yüzleşiyor.
Gerilim ve paranoya
“1976”, başta ülkemizde de vizyona girmiş “Machuca” olmak üzere birçok filmde rol almış Şilili oyuncu Manuela Martelli’nin ilk uzun metraj yönetmenliği. Dünya prömiyerini 2022 Cannes Film Festivali’nin Yönetmenlerin 15 Günü Bölümü’nde yapan film, burjuva sınıfından bir kadının uyanışı üzerine kurulu. Dönem ise Şili’nin en karanlık zamanı olan Pinochet’nin diktatörlük yılları… Senaryosuna da imza attığı filmde Martelli, bir kadın olarak bir kadının bakışını ve uyanışını anlatırken toplumun kendine gelişini, sessizliğini bozmasını, sorgulamasını kadın karakter üzerinden simgeselleştiriyor. O dönemde Şili’de birçok anne kayıp eşinin, çocuğunun en azından cenazesine ulaşmaya çalışırken Carmen’in konforlu hayatına devam edişi, Naziler Yahudi katliamı yaparken haberi yokmuşçasına gündelik hayatına devam edenleri anımsatıyor. Görmek ya da duymak istemeyince ne coğrafya ne de diktatör fark ediyor yani.
Carmen’in doktor olmak istemesi ama babası tarafından evlendirilmesi, bu vesileyle ‘doktor eşi’ unvanını alması ama İkinci Dünya Savaşı zamanı Kızıl Haç’ta görevli olarak çalışmış olması, onun özünde ayakları yere sağlam basan bir kadın olduğunu ama ataerkil düzende sıradan bir ev kadınına dönüştürüldüğünü gösteriyor. Bir burjuva eş olarak rahibin yardım teklifini kabullenmesi de toplumun ona biçtiği kalıpların dışında işe yarama, çalışma isteği. Bu kararı onu direnişçilerin dünyasına sokuyor.
Manuela Martelli ilk uzun metraj yönetmenliğinde, Alan J. Pakula’yı anımsatan bir gerilim ve paranoya atmosferi kuruyor. Carmen’in takip edildiği, arabasına girildiği, telefonlarının dinlendiği gibi durumlarda seyirciyi de bu ‘gerçekçi’ paranoyaya dahil etmeyi başarıyor.
Şili’nin en tanınmış oyuncularından olan Aline Küppenheim’in yalın ve gerçekçi performansı filmin etkisini büyütüyor. Özellikle yakın yüz planlarında Küppenheim, Juliette Binoche’u anımsatıyor.
Aksiyona doymayanlar
Eski nesil aksiyon yıldızlarını bir araya getiren “The Expendables/Cehennem Melekleri” yaklaşık 13 senedir perdeyi renklendiriyor. İlk filmin hasılatının 300 milyon dolara yaklaşması üzerine devam filmleri gelmiş ama üçüncü filmin 100 milyon dolar bütçesini anca ikiye katlayabilmesi üzerine seri, 2014’ten beri ‘olmasa da olur’ moduna geçmişti. Sylvester Stallone’nun önayak olmasıyla dördüncü filme hız verildi, eski ekip toparlanmaya çalışıldı. Ama Arnold Schwarzenegger, Jean-Claude Van Damme gibi ağır toplar geri dönmedi. Stallone’un kötü adam olarak kadroya katmak istediği Jack Nicholson da dışarıda kaldı. “Expend4bles/Cehennem Melekleri 4”te eski kadrodan Sylvester Stallone, Jason Statham, Dolph Lundgren ve Randy Couture geri dönerken 50 Cent, Megan Fox, Andy Garcia yeni katılan isimler oldu. “Cehennem Melekleri 4” açık denizde bulunan bir nükleer füze gemisinin teröristlerce ele geçirilmesi üzerine ekibin harekete geçip onları duruma operasyonunu anlatıyor.