Derleyen: Zeynep Dilara Akyürek / Milliyet.com.tr – Pamukkale yakınlarda bulunan ve Frigler Dönemi’nde ana tanrıça Kibele kültürünün merkezlerinden biri olarak faaliyet göstermiş Hierapolis, barındırdığı gizemli detaylarla dikkatleri üzerine çekiyor. Denizli il sınırları içerisinde bulunan ve arkeolojiye keşiflere merak duyanların uğrak noktası olan antik kentteki bir nokta ise bugüne kadar adından hep ölümlerle söz ettirdi. Hierapolis’in büyük bir kısmı yaklaşık bin 500 yıl önce meydana gelen depremlerle yıkılsa da iddialara göre kimsenin canlı çıkamadığı ‘Cehennem Kapısı’ adlı derin bir mağara bugün hâlâ kentin girişinde ziyaretçileri karşılamayı sürdürüyor.
Milattan önce 2’nci yüzyılda Bergama Kralı II. Eumenis tarafından kurulan ve ‘kutsal şehir’ anlamına gelen 2 bin 200 yıllık Hierapolis Antik Kenti’ndeki ‘Cehennem Kapısı’ adlı mağara, etrafına yaklaşan ya da içine giren tüm canlıların ölümüne sebep oldu. Mağaraya adım atan hiçbir canlının sağ çıkamaması kayıtlara geçti ve her daim araştırmacıların dikkatini çekti. Bu araştırmacılardan biri de profesör Francesco D’Andria başkanlığındaki bir İtalyan kazı ekibiydi. Arkeolog D’Andria ve ekibi, antik dünyada ‘ölüler ülkesine geçiş kapısı’ olarak kabul edilen Cehennem Kapısı (Plütonyum) ve Pamukkale traverten havuzlarının oluşmasını sağlayan termal suların orijinal kaynaklarından birini buldu.
İtalyan kazı heyeti, Pamukkale’ye beyazlığını veren termal suyun çıktığı Cehennem Kapısı’nın Frigler Dönemi’nde ‘kutsal alan’ olarak düzenlendiğini açıkladı. Yer altından 34 derece sıcak suyla birlikte karbondioksit de çıkan antik yapıda su ve gaz çıktığı da tespit edildi. Kutsal sayılan bu alanda görev yapan rahiplerin nefeslerini tutup yanlarında canlı hayvanla içeri girdikleri ve gaz nedeniyle hayvanlar zehirlenerek ölürken, rahiplerin ise sağ çıktığı ve bu nedenle din adamları kutsal sayılırken, ölen hayvanların da Hades’e kurban olarak sunulduğu kaydedildi.
OKSİJENSİZLİK NEDENİYLE ÖLDÜREBİLİYOR
Kaynayan sıcak suyla birlikte salınan ve mağara tabanında biriken karbondioksit nedeniyle yanına yaklaşan küçük hayvanları öldürdüğü için mitolojide ‘ölüler ülkesine geçiş kapısı’ olarak da tanımlanan bölgede görev alan kazı ekibi, zehirlenme ihtimaline karşı gaz maskeleriyle bir çalışmaya imza attı.
Depremle kırılan fay hatlarından toprağa sızan bazı gazlar tehlikeli miktarlarda olabiliyor. Toprak içi radon ve karbondioksit gaz konsantrasyonlarının değişimi mağara içindeki havayı canlılar için zehirli hale getiriyor. Bilim insanları mağaranın derinliklerinde yer kabuğunda bir çatlak olduğunu ve mağaranın dar ağzından zehirleyici yoğunlukta karbondioksit gazı salındığını keşfetti. Mağaranın girişinde karbondioksit seviyesi yüzde 4 ila yüzde 53 arasında, mağaranın daha derin noktalarında ise yüzde 91’e kadar çıkıyor. Karbondioksit gazının yüzde 7’nin biraz üzerindeki yoğunlukları bir insanı bilinçsiz hale getirebiliyor ve oksijensizlik nedeniyle öldürebiliyor.
Bugün gizemi çözülen Cehennem Kapısı’nın restorasyon çalışmaları tamamlanarak antik havuz ve tiyatronun ortasında yer alan Plütonyum’a bölgeden çıkarılan ve müzede sergilenen bazı heykellerin replikaları da yerleştirildi. Mağaranın önüne yüzyıllarca yaşanan ölümleri temsil eden ‘yer altı tanrısı Hades ve cehennemin 3 başlı bekçi köpeği Kerberos’un heykelleri de konuldu. Ziyaretçilerin, suyun kaynadığı bölüme geçiş yapmalarına ise karbondioksit çıkışının devam etmesi nedeniyle izin verilmiyor. Ayrıca, bölgeyi seyir platformu üzerinden izleme imkânı da mevcut.
‘YAŞANANLARI TAM OLARAK ÖRNEKLENDİRİYOR’
Sakarya Üniversitesi Afet Yönetim Uygulama ve Araştırma Merkezi Jeofizik Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Utkucu da Hierapolis’te yaşanan durumu doğrulayarak depremlerin öncesinde ve sonrasında havaya karışabilecek gazlarla ilgili uyarılarda bulundu. Prof. Dr. Utkucu, “Depremi oluşturan fay hareketi öncesinde, esnasında ya da sonrasında radon ve metan gibi gaz çıkışları bilinen bir durum. Özellikle radon gaz çıkışları depremlerin önceden tahmini için kullanılan bir hadisedir. Yeraltı sularına da kabarcıklar ya da baloncuklar halinde karışabilirler. Ayrıca metan gazı alevlenebilir. Yer yüzeyine ulaştığında kabarcıklardaki metan gazı havaya karışabilir. Çakmak çakarak ya da bir kıvılcımla havaya karışan bu gaz yanıp alevlenebilir. Diğer taraftan, diri fayların bulunduğu bölgelerde kapanlanan gazlar arasında yüksek konsantrasyonda hidrojen ve/veya karbondioksit de bulunuyor ve fayın kestiği kayaç ortamıyla ilişkili. Fay hatları duruma göre karbondioksit gaz akışına engel olup kapanlanmasına yol açabileceği gibi bazı durumlarda akışlarına ve yeryüzüne çıkışlarına bir kanal da oluşturabilirler. Bu açıdan jeokimyasal reaksiyonların fayların kapan oluşturmaları üzerindeki etkisi ile depremsellik ve gerilme değişimlerinin fayların duyarlılıkları üzerinde etkisi önemli” diye konuştu.
Prof. Dr. Utkucu ayrıca Denizli yöresinde geçmişte meydana gelen depremlere de dikkat çekti. “Hierapolis yaklaşık 1500 yıl önceki depremden sonra neredeyse tamamen yıkılmıştı” diyen Utkucu sözlerini şöyle noktaladı:
“Denizli yöresi Batı Türkiye’nin anlatılan bu özelliklerini tam örneklendiriyor. M.S. 494 yılında meydana gelen bir depremin önemli hasara yol açtığı bilinmesine rağmen o depremden bu yana az ya da çok yıkıma yol açmış çok sayıda deprem meydana gelmiştir. Tarihsel deprem kataloglarında 1366, 1651, 1702, 1717, 1849, 1860, 1885, 1890, 1897, 1899 depremlerinin Denizli’yi etkilediği belirtilmiştir. Bu depremlerden 1702 ve 1899 depremleri önemli can ve mal kayıplarına yol açmıştır.”