İhsan Dindar – milliyet.com.tr / [email protected]
İlk olarak tüm dünyayı etkileyen koronavirüs salgını sürecindeki karantina günleriniz nasıl geçiyor. Neler hissediyorsunuz bu süreçte?
Neredeyse bir yıl oluyor. Elbette de bu işin çok farklı yüzleri de var. Bu zorlu süreçte Türkiye’ye gelip Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ile çalabiliyor olmaktan ötürü kendimi çok mutlu, şanslı ve minnettar hissediyorum. Bu konser için neredeyse bir yıldır bekliyordum. Gerçekleştiremeseydik bu beni çok üzecekti. Çevrimiçi imkânlarla da olsa Türk müzikseverler için çalmak mutluluk verici bir şey. Karantinada geçen bu bir yıl çok zor olsa da ben hep olumlu kalmaya odaklandım. Normalde pek de vakit geçirmediğim evimde sabırla yaşamayı öğrendim. Bu süreçte yemek yapmayı da öğrendim. Her şeyden önemlisi daha yaratıcı olabilmeye çalıştım. Karantinanın başladığı ilk dönemde kendimi boşlukta hissediyordum. Çünkü insanlara karşı çalamıyordum. Müziğin güzelliklerini paylaşamayınca kendimi boşlukta hissediyorum. Bu yüzdendir ki terasımda insanlar için müzik yapmaya başladım. Bunları internette yayımladıktan sonra çok sayıda teşekkür mesajı aldım. Umutla dolduklarını ifade ettiler. Haziran 2020’de karantina gevşetildiğinde henüz ziyaretçi ağırlamayan boş müzelere gittim. Boş salonlarda enstrümanımı çaldım. Umutla hayata devam etmemiz gerektiğinin mesajını vermek istedim. Güzellikler bizleri bekliyor.
“Bu beste, Fazıl Say’ın teröre verdiği bir cevaptı”
Umut kısmından devam etmek istiyorum. Birkaç ay önce Voice of Hope isimli albümünüzü yayımlamıştınız. Kişisel olarak çok da sevdiğim parçalar yer alıyor. Çaldığınız bu besteleri neye göre seçtiniz?
Beğenmenize gerçekten çok sevindim. Albümü kaydetmeye başlarken bunu bir kitap yazma işi gibi kurgulamak istedim. İçinde yer alan tüm parçaların bir bütün ifade etmesini amaçladım. Dinleyicileri benimle birlikte bir yolculuğa çıkarmak istedim. Bu, karanlıktan umuda doğru bir yolculuktu. Albümün tam merkezinde yer alan ve Fazıl Say’ın benim için bestelediği konçertoydu. Koncertonun adı “Never Give Up” (Asla Vazgeçme). Bu benim için inanılmaz derece de önemli bir eser. Çünkü Fazıl Say bu çalışmasını İstanbul ve Paris’te peşi sıra gerçekleşen terör saldırıları sonrasında bestelemişti. Bu beste, Fazıl Say’ın teröre verdiği bir cevaptı. Travmanın üstesinden gelme yoluydu bu beste. Aynı zamanda bize asla vazgeçmememiz gerektiğini söylüyordu. 2016 yılında Paris’te bestenin dünya prömiyerinde Fazıl Say ile birlikte çaldıktan sonra insanların ne denli etkilenip ağladıklarına tanıklık ettim. Sonrasında da pek çok duygulu mesaj aldım. Yaşanan travmayı aşmalarında bu bestenin yardımcı olduğundan bahsettiler. Dolayısıyla bu parça da bu şekilde albüme girmiş oldu. Sonrasında Fazıl Say’ın bu güçlü bestesiyle başka hangi eserleri eşleştirebileceğime baktım. Spiritüel yönü olan besteler aradım.
Belirttiğiniz gibi Fazıl Say, Never Give Up isimli çalışmasını sizin için bestelemişti. Çağın en önemli sanatçılarından biriyle çalışmak nasıl bir his?
Muhteşem biri. Harika bir piyanist. Sizi alıp başka bir evrene götürüyor. Tutkusundan fazlasıyla ilham alıyorum. Onun besteci yönünü İstanbul Senfonisi sayesinde keşfetmiştim. İzlerken ağlamaya başlamıştım. Dinlerken iki büyük mirası hissetmiştim; Doğu ve Batı. Bana kültürler arasında bir köprü kurulabileceğini göstermişti. Aynı zamanda umudun sembolü olarak da görüyorum. Keza onunla çalışmak da olağanüstü bir his. Never Give Up için de ona minnettarım.
İlerleyen dönemde Fazıl Say ile birlikte çalışmaya devam edecek misiniz?
Deutsche Grammophon’dan yayımlanacak yeni albümüm için de birlikte çalışıyoruz. Bunun için de onur duyuyorum.
Peki siz kendi içinizde umudu nasıl tanımlıyorsunuz?
Umut müziğin içindedir. Kalbinize, ruhunuza temas eder. Müzik sayesinde daha fazla sevip daha fazla hayaller kurabilirsiniz. Bu sayede müzikle insanlık daha iyi bir yere gelebilir.
Albüme dair özel bir sorum olacak. Una Furtiva Lagrima kişisel olarak benim en sevdiği bestelerden biridir. Çok da iyi çaldığınızı düşünüyorum. Tebrik ederim. Albümde sizin favori parçalarınız hangileri?
Çok teşekkür ederim. Benim de çok sevdiğim bir eser. Bununla birlikte Fazıl Say’ın bestesini de çok seviyorum. Öte yandan Kaddisch albümde beni en çok etkileyen parçalardan bir diğeri. Işığa dair bir eser o da. Fransız ve Katolik bir besteci olan Maurice Ravel’in Yahudiler için yaptığı bir beste. İnançları ve kültürleri bir araya getiren bir çalışma. Kaddisch bir nevi gökyüzüne bakıp edilen bir dua gibi.
İstanbul’daki bu konserinizde BİFO size eşlik edecek. Bizleri nasıl bir repertuvar bekliyor?
Robert Schumann’ın çello konçertosunu çalacağız. Çok tutkulu bir eser. Aşk, ölüm ve hayatın kendisi hakkında bir beste. Aynı zamanda Schumann’ın da son çalışmalarından biri olma özelliği taşıyor. Hayatına son vermeye çalışmadan önce bestelediği bir çalışma. Bu yüzden daha da bir duygu yüklü. Schumann’ın çılgın yönünü de ortaya koyuyor. Şimdi bu eseri BİFO ile seslendirmek heyecan verici.
Sizinle 3 yıl önce Bodrum Müzik Festivali performansınız evvelinde de bir röportaj yapma fırsatımız olmuştu. O tabii seyircili bir konserdi. Şimdi yeniden Türkiye’desiniz. Neler hissediyorsunuz?
Evet Bodrum’daki performansım Türkiye’deki ilk konserimdi. Bu da ikinci olacak. Aslında bakarsanız geçtiğimiz yıl birkaç farklı yerde sahne alacaktım. Ne yazık ki hepsini iptal etmek zorunda kaldık. Şimdi ise seyircisiz de olsa yeniden konser verebileceğiz. Onları göremeyecek de olsak çalarken karşımda hissedeceğim. Borusan Sanat’a da bu zor şartlara rağmen sunduğu imkânlardan ötürü çok teşekkür ediyorum. Müziği canlı kılmaya devam ediyorlar.
Son olarak; pandemi öncesine dair en çok neyi özlediniz?
İnsanlarla bağ kurmayı özledim. Sevdiklerime sarılmayı özledim. İnsanları görebilmeyi özledim. Etkinliklere katılmayı, izleyicileri karşımda görmeyi özledim. Konserde müzikseverlerle paylaştığım o büyülü anların yerini hiçbir şeyin tutabileceğine inanmıyorum. Zamanı durdurup o anı izleyicilerle yaşamak çok güzel bir duygu. İnsanlardan ilham aldığımı hissettim. BİFO ile çalarken de bunu hissediyorum.
Kapak fotoğrafı: Sonia Sieff