Çağdaş Arap Sanatı: Mucize mi, serap mı?

Evrim Altuğ – Christie’s, şu günlerde ‘Avrupa’da açılmış en geniş Arap Sanatı sergisini İngiltere’nin başkenti Londra’nın St.James bölgesindeki 400 yıllık çok katlı yapısında ağırlıyor. 2010 çıkışlı, BAE Sultanı Suud El Kassemi Koleksiyonu Hasan Şerif izlencesi ve güncel takipçilerine yer verilen sergi bütünü, El Kassemi’nin başında olduğu (BAE) Barjeel Sanat Vakfı’nın 100 eserlik ödünç “Kawkaba / Takımyıldızlar” seçkisi ile 23 Ağustos’a dek ücretsiz görülebiliyor. 

Sergi küratörü, Christie’s Ortadoğu ve Kuzey Afrika Birimi Başkan Vekili Dr. Ridha Moumni alanında özgün bu girişimin salt yüksek profile sahip kavramsal sanat öncüsü Hasan Şerif gibi imzaları kutlamakla kalmayıp birbirinden bağımsız yaratıcılık, çeşitlilik ve tarihsel zenginliği olan Kuzey Afrika ile Batı Asya kültürlerine ışık tuttuğunu vurguluyor. Sultan Suud El Kassemi ise 20 yılı aşan birikimiyle koleksiyondaki çeşitliliğe değiniyor ve ‘cinsiyette denge’yi yansıtan listenin bölgedeki modern sanat akımının doğumunda modern Arap kadınlarının oynadığı rolü yansıttığının altını özellikle çiziyor.  Biz de drum böyle iken görsel sanatlar alanından önemli isimlere Londra’da keşfedilmesi beklenen “Çağdaş Arap Sanatı”nın dünyadaki hâli pür melâlini ve Türkiye’deki yankısını danıştık.

‘Kapitalizmin gücü’

Prof. Dr. Hasan Bülent KAHRAMAN,  Rektör, Işık Üniversitesi

Çağdaş Arap sanatı üretilen tek çağdaş sanat değil. Dünyanın Batı’yla entegre olmaya çalışan tüm ülkelerinde bu sanat türü üretiliyor. Bizim üstünde durmadığımız yanı, çağdaş sanatın uluslararası ilişkilerde bir tür ‘soft power’ (yumuşak güç) olarak devreye girmesi. Çağdaş sanatın muhalif, eleştirel, radikal tutumunu aşan boyut tam da bu. Ama yeni değil. Duchamp ve Beuys radikal işler ürettiler, sisteme kabul ve dahil edildiler. ‘A posteriori de olsa hakikat bu. Kapitalizmin böyle bir gücü var.

Arap ‘dünyası’ Batı’nın gündeminde, hatta çok uzun bir süredir dünya siyasetinin odak noktalarından biri. İngiltere nasıl bu coğrafyadan giden sermayeyle ve insan kaynağıyla içli dışlıysa, o ilişkinin getirdiği çerçeve içinde sanat da yeni bir rol ve fonksiyon üstlenecektir.

Buna benzer bir damar da Afrika. Eski sömürgeler şimdi Londra’da adlarına düzenlenen fuarlara katılıyor, müzayedeler o bölgeden isimlerle yükleniyor. O meyanda da müzeler açılıyor. Tek yanlı ilişki olmaz. Bazı ilişkiler ikilidir. Onun neticesi de Körfez bölgesindeki müzeleşme. Olmasa şaşardım.

Herkesin bildiği görkemli müzeler, bölgede yeni bir hat meydana getiriyor. Hangi sermayeyle gerçekleştiriliyor sorusu bile abes. Son kertede sermayenin küreselleştiği bir dönemden söz ediyoruz. Louvre bölgeye herhâlde salt Fransız kapitaliyle gitmedi. Ama Katar, İslam sanatları müzesini kendisi kurmuş gibi duruyor. Fakat sermayenin kendisi bizatihi, doğası, yapısı gereği temiz, saf ve duru mu ki o müzenin spesifik bir sermayeyle kurulduğunu söyleyelim. Bu çerçeve bir samimiyet sunmaz. Yine de bir sanat üretiliyor. Onu sanatçı kendi izolasyonu içinde sağlıyor ve dolaşıma sokuyor.

Batı’nın önde gelen müzayede evlerinden birisinde numune gibi tek tük gerçekleşen ‘Türk sanatı’ satışları benim pozisyonumda olanlar açısından sadece kültürel planda eleştiri malzemesi getirir, onların bir şey dayatması söz konusu bile değildir. 

 Türkiye benzeri bir ilginin odağı olmadı değil. 2005-2015 arası tastamam böylesi bir teveccühtür. Kısacası bunlar belli bir düzlemde cereyan ediyor. Türkiye de sanatın dışında gelişen toplumsal ve siyasal dinamikler öne çıkıp etkili oldukça sanatsal açılım ve etkileşim de o perspektif içinde iç ve dış gelişmelerini gösterecektir. Sonunda sanat sosyolojisi ve sanat ekonomisi birer bilim dalı.

‘Sanat, milliyet çerçevesinden ele alınmamalı’

Necmi SÖNMEZ, Eleştirmen, Küratör

Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerindeki siyasi yönetim biçimleri bağımsız düşünce, sanata imkân vermeyen diktatörlüklere dayandığı için bu coğrafyalarda yaşayan sanatçıların Batı müzelerinde gösterilmeleri ve koleksiyonlara kabul edilmeleri konusunda ciddi sorunlar yaşanıyor. 

Körfez ülkelerindeki müzeleşme şeyhlerin, elitlerin, politikacıların kendi imajlarını parlatmalarının ötesine geçebiliyor mu? Bu coğrafyalarda üretilen sanat eserleri o toplumlar tarafından nasıl paylaşılıyorlar? Katar’daki MATAF müzesi bu konuların tartışılabileceği, ilginç bir örnek oluşturuyor.

Sanatın milliyet çerçevesine alınmadan değerlendirilmesinden yanayım. Ahmed Mater’in Suudi Arabistanlı, İbrahim El Salahi’nin Sudanlı, Khaled Hafez’in Mısırlı olması, onların Arap sanatını temsil ettikleri anlamına gelmiyor. Türkiyeli sanatçılar için de durum aynı. Günümüzde sanatçı varoluş mücadelesinde nasıl ilerleyeceğine kendisi karar veriyor, etiketini kendisi oluşturuyor.

‘Müzelerin samimiyeti, demokrasilerinde’

Beral MADRA, Eleştirmen, Küratör

Bahreyn, Mısır, Irak, İran Ürdün, Kuveyt, Katar, Suriye, Arap Emirlikleri’ndeki müzeleri modernizm döneminde kurulmuş ulusal sanat müzeleri ve 1990’lardan itibaren kurulmuş AB ve ABD destekli Modern ve Çağdaş Sanat Müzeleri olarak sınıflamak gerekiyor. Bu müzelerin içerikleri farklı olsa da, kuruluş amaçları küresel Neo-kapitalizm’in öngördüğü kültür ve sanat politikalarına bağlıdır. Samimilik sanırım tümüyle siyasal ve ekonomik koşullara bağımlıdır; söz konusu ülkelerde demokratik süreçler ne kadar gelişmişse, bu müzeler de o kadar samimidir.

Bu çatışkı bitmeyecek; çünkü sanat yapıtları post-hakikat çağında ‘hakikat’ temelinde iş görüyor; içeriklerdeki siyasal ve anti-kapitalist mesajlar bu tür engellemelere karşın toplumların ilgisini çekiyor.

Piyasa bu tür projeleri destekliyor; ünlü mimarların imzasını taşıyan gösterişli müzeler, dekoratif yönü ağır basan yapıtlar Neo-kapitalizm ve gösteri toplumu arasındaki ilişkiyi pekiştiriyor ve bir saygınlık halesi yaratıyor; bunun karşısında direnen ya da direnmeyen muazzam bir sanat üretimi ve kültür eleştirisi var.

‘Kadın liderliği ön planda’

Doç. Dr. Gökçe Dervişoğlu OKANDAN, Bağmsız araştırmacı, yazar

2021-2023 arasında, BAE’de başka bir emirlik olan Sharjah’da yaşama şansım oldu. Sharjah Bienali, içinde bulunduğumuz yıl 30. yılını kutladı. Stratejik olarak büyük önem atfedilen ve en üst seviyeden kraliyet ailesi tarafından samimiyetle desteklenen sanat girişimlerinin, ekosistemi oluşturan müzeler birliğinin, güzel sanatlar fakültelerinin hatta yaratıcı endüstrilere özel önem veren girişimcilik merkezleri ve teknoloji transfer ofislerinin ne kadar koordineli bir şekilde, uluslararası iş birliklerine önem vererek ve ekosistemdeki her kurum için sinerji yaratacak şekilde ilerlediğini gözlemledim.

Üstelik bu yaklaşımda kadın liderlik de ön planda idi. Türkiye’de her zaman tabandan organik bir şekilde gelişen inisiyatifler bizim için önemli oldu ama özellikle İstanbul sahip olduğu unvanlara, insan kaynağına, kozmopolit enerjiye sahip çıkamadı; erozyonun önüne kültür politikasıyla geçemedi. Bu çabanın tepeden gelmekle beraber sinerji içinde işlemesi, yetişen yeni kuşağın tüm aktörlerden haberdar bir şekilde iş yapmayı öğrenmesi, bunun için özel fırsatların verilmesi ve onların gururlanması, bir eğitimci ve araştırmacı olarak beni etkiledi.

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir