MÜJDE IŞIL- “Hereditary/Ayin” ve “Midsommar/Ritüel” ile kendi hayran kitlesini yaratan ve korku sinemasına yeni bir soluk getiren Ari Aster, üçüncü uzun metrajı “Beau Is Afraid/Korkuyorum” ile karşımızda. Her filminde anlatmak istediği dünyanın duygusal karmaşasını biraz daha büyüten ve süresini de uzatan Aster, önceleri dört saat olarak belirlenen, nihayetinde üç saatte neticelenen uzunca bir Oidipus kompleksi hikâyesi anlatıyor. Yönetmenin ilk iki filminin ana kahramanları kadın karakterlerdi. Yeni filminde Aster, gerilimi ve kaosu bir erkek karakter üzerinden kuruyor.
“Beau Is Afraid/Korkuyorum”, temelde orta yaşlı Beau’nun annesiyle ilişkisi ve bu ilişkinin şekillendirdiği korku, endişe üzerine kurulu. Beau, Aster’in 2011 tarihli kısa filminden alıyor adını. O filmde Billy Mayo’nun canlandırdığı karakter, annesini ziyaret için evinden çıkarken anahtarları gizemli bir şekilde kapının üstünden kayboluyor. Evine o anahtarla birisinin girmesinden endişe eden adam için psikolojik olarak zorlayıcı bir süreç gelişiyor. “Korkuyorum” ilk yarım saatinde bu kısa filmi referans alırken üzerine çok şey de koyuyor. Olağanüstü bir distopik bir evren kuruyor Aster. Batman’in Gotham’ından binbeter bir atmosfer… Sokak ortası cinayetler, evsizlik, pislik içindeki şehir, kimsenin kimseye yardım etmediği bir düzensizlik… Bu bölümde zombi filmlerinin ruhu da siniyor “Korkuyorum”un üzerine. Aster filmlerine pek benzemeyen bu bölüm, filmin en başarılı kısmı açıkçası. Aster’in kendisiyle bütünleşen aile krizi ve bireysel kaosun ağır basmasıyla hikâye hantallaşıyor.
Her yerde su
“Korkuyorum”un asıl meselesi Oidipus kompleksi… Beau’nun doğum sahnesiyle başlayan film, bebeğin anne karnından kopmasının yani suyun içinden çıkmasının ardından hayatı boyunca o suyun basıncını yani annesiyle koparamadığı bağı hissetmesini irdeliyor. Aldığı ilaçtan, banyosuna ve musluğuna, havuza, deniz yolculuğuna, mahkeme salonuna, suyun etkisi hep hâkim. Kısaca özetlersek, büyüyememenin filmi bu. Babasının ölüm yıl dönümünde annesini ziyaret etmek için yola çıkma planı yapan Beau, fiziksel açıdan da ruhsal olarak da ilerleyemiyor bir türlü. Her adımında farklı bir engelle karşılaşıp gardını düşürüyor. Yani genel manada bir yolculuk hikâyesi olsa da yol alamamanın ve bir erkeğin doğduğu evde, biriktirdiği anılarda, gerçekleşmeyen hayallerinde tıkanıp kalmasının hikâyesi aslında. Kâğıt üzerinde çok derin görünen bu meselenin etkisini Aster daldan dala atlayarak zayıflatıyor. Bazı noktalarda kara mizaha göz kırpsa da Aster’in kötümser bakış açısı epey boğucu. Joaquin Phoenix’in performansı nefes aldırıyor neyse ki.
Vizyonda öne çıkanlar
“Saint Omer”: Belgesel kökenli Alice Diop’un ilk kurmaca filmi… Film kurmaca olsa da hem gerçek bir mahkeme sürecine dayanıyor hem de Diop’un tarzı hep belgesele yakın duruyor. Diop iki kadını takip ediyor filminde. Rama genç bir yazar ve Saint-Omer hukuk mahkemesinde bir kadının duruşmasını izliyor. Yargılanan kişi ise bebeğini kumsalda yükselen dalgalara terk ederek öldürmekle suçlanan genç anne Laurence Coly. Bu sene Fransa’yı Oscar’da En İyi Uluslararası Film kategorisinde temsil eden “Saint Omer”, Venedik Film Festivali’nde ve César Ödülleri’nde En İyi İlk Film Ödülü’nü kazanmıştı.“Maske”: Berker Berki’nin yönettiği “Maske” ilginç bir intikam macerasına ortak ediyor seyirciyi. Sürekli sahte meslekler deneyen, duygusal taşkınlıklar yaşayan ve nihayetinde soluğu karakolda alan Barış’ın geçmişindeki sır çevresinin hayatını etkiliyor.