Bir zamanlar Paris: Osmanlı hayranlığı akım olmuştu

Paris Olimpiyatları’nın açılış törenindeki rezaletler konuşulmaya devam ediyor. Fransa, içinde sapkınlıkların da olduğu bir dolu fenomeni dünyaya empoze etmek için bu global organizasyonu fırsat bildi.

Açılıştaki birçok obje, sunum ve fenomenin önümüzdeki dönemde, dünyanın başka yerlerinde, tekrar tekrar gerçekleşecek medyatik üretimlerle adeta “moda” haline gelmesi ise hiç de sürpriz olmayacak. Oysa birkaç asır önce Fransa’nın ve hatta Avrupa kıtasının birçok yerinin kültürel ve sosyal hayatına, modasına, yiyip içmesine tesir eden başat güç Osmanlı’ydı.

Önce korktular, sonra hayran oldular

Kanuni Sultan Süleyman devrinde başlayan ve hızla gelişen Osmanlı-Fransa ilişkileri, Fransa tarafında kısa bir süre içerisinde, “Osmanlı hayranlığı”na dönüşmüştü. Böylece eskinin korkusu, yerini gelişkin Osmanlı Türk kültürel birikimine ilgiye bırakmıştı. Bunda, Osmanlı coğrafyasını egzotik, sisli bir “Binbir Gece Masalı atmosferi”nde anlatmaya hevesli Fransız hikâye yazarı ve romancılarının da payı vardı.

Ayrıca, Fransız düşünürler Montesquieu, Voltaire ile gezginler Thévenot, Tavernier, Osmanlı dünyası üzerine kitaplar yazmışlardı. Türkiye’de elçilik görevinde bulunan diplomatların yayınladıkları İstanbul merkezli anı kitapları da Osmanlı ilgisinin yayılmasına katkı sağlayan başka bir faktördü. Dönemin medyası gibi işlev gören seyahatnameler, romanlar, piyesler; Fransa toplumunda, özellikle de varlıklı kesim arasında günlük hayattaki Türk objeleriyle ilgili bilgiyi giderek artırıyordu.

“Turqueire akımı” (Türk hayranlığı) başlamıştı

Fransa’daki bu ilgi bir akıma da ad olmuştu. XV. yüzyılda Fransa’da başlayan Türk kültürünü, dilini, tarihini, sanatını sevmeyi anlatan “Turquerie” kavramı, “Türkseverlik” veya “Türk hayranlığı”nı karşılamaktaydı. Turquerie; XVIII. yüzyılın başlarına kadar, Fransa dışında Avrupa’nın birçok ülkesini de etkisi altına alan bir akımdı. Turquerie akımı, Avrupa’da o günlerin güzel sanatları ile günlük zanaatine yansımıştı. En fazla da resim, müzik ve mimarîde bu etkiler görülmekteydi.

Fransa Kralı’nın önünde eğilmeyi reddeden Osmanlı elçisi

Padişah IV. Mehmet döneminde, ikazlara rağmen Fransa’nın Girit meselesinde Venediklileri desteklemesi üzerine Osmanlı ile Fransa arasındaki ilişkiler gerilmişti. 1648’de başlayan kuşatma, aralıklarla devam etmiş ve nihayet 1669’da Kandiye fethedilmiş, böylece Girit adası 1897 yılına kadar Osmanlı hâkimiyetine girmişti. Fransa Kralı XIV. Louis, Girit’in kaybedilmesinin ardından, Osmanlı’nın daha fazla tepkisini çekmemek için, bir elçinin Fransa’ya gönderilmesini, kendisini ağırlamaktan onur duyacağını ifade etmişti.

Müteferrika Süleyman Ağa da 1669’da Fransa Kralı XIV. Louis’yi ziyaret için görevlendirilmişti. Süleyman Ağa, Versay Sarayı’nı ziyaret etse de, Fransa Kralı’nın önünde eğilmeyi reddettiği için görüşme yarım kalmıştı. Süleyman Ağa, bunun üzerine saraydan ayrılıp, Paris’teki elçilik binasına geçmişti. Kral Louis, Süleyman Ağa’nın arkasından, Osmanlı elçisinin Versay Sarayı’nın ihtişamına yeterince saygı göstermediğini söyleyecekti. Kral ayrıca, Süleyman Ağa’nın kabulünde elçinin kendisini selamlamak için eğilmemesi hadisesi yaşandığı halde, sonradan bir ressama eğilme seremonili bir tablo yaptırmıştı.

Meşhur “Paris kafeleri” Osmanlı’yı taklitle başladı

Günümüzde Paris’in en ünlü toplumsal mekânlarından olan “Paris kafeleri”nin temeli de Müteferrika Süleyman Ağa’nın kahve keyfiyle atılmıştı. Kahveyi, Osmanlı mülküne yapılan seyahatlerde tanıyan kimi Fransızlar, evlerinde kahve içmeyi denemekteydiler.

Ancak kahve içimini özel bir ortamda, sohbet eşliğinde içmeyi ise Süleyman Ağa başlatmıştı. Elçilik bahçesinde özel yapılan bir mekândaki kahve törenleri, bu içeceği Fransız sosyetesine tanıtmış, ardından da giyimden mobilyaya kadar etkisini gösteren Türk modasının yaygınlaşması başlamıştı. Süleyman Ağa’nın törensel kahve ikramları, kısa sürede Paris kafelerinin açılmasına ilham verecekti.

Türban ve kaftan Paris sokaklarında

Gerek Süleyman Ağa’nın gerekse halefi diğer elçilerin Paris’teki ışıltılı yaşantısı, Fransa sosyetesinin büyük ilgisini çekmişti. Doğu’ya dair egzotik merakların da tetiklediği bu ilgi sonucunda, sosyetede türban ve kaftan modası başlamıştı. Dönemde, zengin Fransızların evlerinde “Şark köşesi” oluşturmak da yaygınlaşacaktı.

Paris sosyetesi; evlerinin bu bölümünde, misafirleriyle birlikte kilim ve minderlerin üzerine uzanarak sohbet etme alışkanlığı kazanmıştı. Bu arada, ülkemizde, “Türkiye Mektupları” isimli kitabıyla tanınan Lady Mary Wortley Montagu, İngiltere’nin Osmanlı İmaparatorluğu elçisi olan eşi Edward Wortley Montagu’nun görevinin bitmesinin ardından döndüğü Londra’da da Osmanlı kadınları gibi giyinmeye devam etmişti.

Türk halı ve kilimine ilgi artınca fabrika kuruldu

Paris’in varlıklı kesimlerinin Osmanlı süsleriyle dokunmuş halı ve kilimlere olan ilgisini gören Pierre Dupont, Türkiye’ye gelerek halı ve kilim dokumaları üzerine incelemelerde bulunmuştu. Dupont, Kral XIII. Louis’nin emriyle 1628 yılında Paris’te Türk tarzı bir halı fabrikası kurmuştu. Dupont’un ürettiği halı ve kilimler İngiltere’ye de ihraç edilmişti. Dupont Kraliyet Halı Fabrikası, halen faaliyette.

Fransız ordusu bir asır fes giydi

Osmanlı kültürünün Fransa’ya etkisi sivil hayatın dışında da görülecekti. Öyle ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde bile bu etki baskındı. Fransa ordusu, 19. yüzyılda, fesi askerî kıyafetlerin bir parçası haline getirmişti.

Kuzey Afrika’daki Fransız birliklerinin tamamında o dönem “Osmanlı sembolü” olan fes kullanılmaktaydı. Fesler, Osmanlı’daki şekliyle koyu kırmızı renkte, keçeden imal edilmekteydi. Ayrıca İngiliz, Alman ve Belçika kuvvetleri de Hindistan’dan Afrika’nın aşağılarına kadar olan bölgelerde askerlerine fes giydiriyordu.

Batı müziğindeki Osmanlı etkileri

Osmanlı’nın sadece Fransa ile sınırlı kalmayan kültürel etkisi, “Turqueire akımı”, birçok çalışma ile Batılı bestecilerde de görülmüştü. Bu çerçevede; Wolfgang Amadeus Mozart’ın “Saraydan Kız Kaçırma” ile “Ronda Ala Turca” (Türk Marşı) isimli eserleri, mehter müziği tınılarıyla dolu olarak bestelenmişti. Ludwig van Beethoven de “Atina Harabeleri” isimli bestesinde “Türk Marşı” isimli bir bölüme yer vermişti. Ayrıca Johannes Brahms ve Mudest Mussorgsky, Türk müziğinden motifleri bestelerinde kullanmışlardı.

– Dr. Hamza Kuzucu, “Racine, Molière, Fuzelier, Voltaire ve Scott’un Eserlerinde: Turquerie”, Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, Sayı 6, Yıl 2023

Sungu Okan, “Türk Temasından Etkilenen Batı Müziği Bestecileri”, Turkish Music Portal

– Garritt van Dyk, “Süleyman Ağa’nın XIV. Louis Büyükelçiliği”, Emaj Sanat Dergisi, 2017

– Chantal – Jacques Périn, “Fes… Antik Yunan’dan 25 Kasım 1925’e”, Le Petit Journal, 24 Kasım 2022

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir