Ümran Avcı – “Dönüşsüz Yolculuklar Kitabı”yla 2005 Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü, “Döngel Dünya” ile de 2020 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanan Ethem Baran, bu kez “Köhne” romanı ile raflarda yerini aldı. Yozgat doğumlu yazar, bir ayağı Orta Anadolu’nun Köhne kasabası ile köyünde, bir ayağı da Ankara’da geçen bir hikâye anlatıyor. Okuru gaz lambalı, sobalı, tuvaleti dışarıda, kanaviçeli yastıklarla bezeli evlere götürüyor.
■ “Köhne”, bol karakterli bir roman. Ana karakterlerin yanında çokça yan karakter var. Romanın bu yönü “Yüzyıllık Yalnızlık”ı hatırlattı bana.
Bunu fark etmiş olmanız beni çok sevindirdi. Bana “Hangi kitabı yazmak isterdiniz?” diye sordukları zaman “Yüzyıllık Yalnızlık” derim. Keşke öyle bir roman yazabilsem. Ama hatırlatması bile güzel. Birbirleriyle akrabalık bağları da olan birkaç ailenin üç kuşağa kadar varan bir zaman dilimindeki hikâyelerini anlatmaya çalıştım “Köhne”de. Değişmeyen, kuşaktan kuşağa aktarılan yoksulluk, bitmeyen göç, inatla yaşama tutunma çabası… Diğer yanda bildiğini okuyan hayat…
■ Şecerenin epey uzun olduğu romana son noktayı koyup karakterlerin her biriyle vedalaşmak onca kalabalıktan sonra ne hissettirdi size?
Önceki kitaplarımı okuyanlar bilir: Karakterlerimle aramda gerçek hayattakine benzer bir ilişki vardır. Arkadaşlarım bile alıştılar buna, birini gördüklerinde, “Bak bu adam senin Kadir Emmi’ye benziyor, Kıymet Abla’yı görür gibi oldum filan” diyorlar. Bir karakteri kendi metinlerim arasında dolaştırmayı, onlara yeni roller vermeyi seviyorum. Örneğin, kuş hırsızı bir karakterim var, Küp Hüseyin; dört farklı kitabımda okuyucu karşısına çıktı. “Köhne”dekilerin de yakamı bırakmayacaklarından, yanımda dolaşacaklarından adım gibi eminim.
■ “Köhne” esasında bir kadın romanı. Kadınların gücü, erkek şiddetiyle mücadelesi var…
Çok haklısınız. “Köhne”nin bir kadın romanı olmasını istedim ve Kumru ile Selver’i öne çıkardım. Ancak yaşlanınca elde edebildikleri söz önceliğini derinlemesine göstermek istedim. Selver’in, Karabey karşısındaki haklı olarak değişen tutumunu yazarken nasıl gözlerimin ışıldadığını tahmin edemezsiniz. Erken evlilik meselesi kangren olmuş bu topraklarda. Ben yüz yıl öncesinden başlayarak yakın zamana kadar getirdim ama günümüzde de kanamaya devam ediyor bu yara.
■ Muharrem Ertaş ile Neşet Ertaş’ı da anmışsınız.
“Köhne”de içinde dolaştığım toprakların mayasındaki türküler, bozlaklar, uzun havalar ve abdal kültürü var. “Köhne”nin kahramanlarının düğünlerini Neşet ve babası Muharrem Ertaş çalmıştır. Evet, bizim oralarda ‘düğün çalmak’ derler. Zaten onlar da ‘çalgıcı’dır. Değişen hayatla, teknolojinin müzik alanına da girmesiyle birlikte o kültür de yok oldu. Ben yazarken Neşet Ertaş yanı başımda çalıp söyler her zaman. Onu anmasam olmazdı.
İçinden türkü geçen roman
■ Ulucanlar Cezaevi, romanda “Siyasetçiler, ünlü ünsüz kim varsa hepsi orada yatıyor” diye anılıyor. Belli ki onlara da roman eliyle bir selam göndermişsiniz.
Evet, dediğiniz gibi oldu. Kadın karakter Ulucan’lara girince darağacının kurulduğu mekândan geçmese olmazdı. Anlattığım yıllarla Yılmaz Güney’in orada yattığı yıllar çakışıyordu, ben de ikisini revir yolunda karşılaştırdım. Yılmaz Güney’in romandaki rolü artırılabilirdi ama bu tutum romanın genel yapısını zedelerdi. Onunla ilgili daha çok yazmama rağmen sonradan çıkardım.
■ İçinden türküler geçen bir roman… Romanın son cümlesini de okuduktan sonra açıp “Kendime münasip yar bulamadım, sen sefa geldin…” türküsünü dinledim.
Romanın adlarından biri de “Sen Sefa Geldin” idi. Fakat daha önceki bir kitabımda, “Bulut Bulut Üstüne”de türkü adı kullandığım için vazgeçtik editörüm Duygu Çayırcıoğlu’yla. “Köhne” adı da ona ait. Türkülere gelince, onlar benim her satırımda var.
■ “Köhne”de diyor ya; “Bir insanı öldürmenin bir sürü yolu vardı. Aramayarak öldürürdün, susarak ya da konuşarak öldürürdün. Bazen bir bakış yeterdi bir insanı öldürmeye. Bazen bakmayış…”
Biliyorsunuz, bir kadın oğlunu arıyor, bir oğul annesini. Bir oğul öldürmek için arıyor, diğeri aramayarak öldürüyor. Sıradan bir şey olan ölüm daha da sıradanlaşıyor. Ölenler de hep başkaları oluyor.