Güvenlik Konseyi sistemi ne kadar arızalı da olsa, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, dünya kamuoyu eğilimini yansıtmaya devam ettiği sürece küresel güvenlik açısından umut vermeye devam ediyor. BM Genel Kurulu’nda önceki gün yapılan oylamada 153 ülke, Gazze’de acilen insani ateşkes talebinde bulunan karar tasarısına olumlu oy verdi. Oylamaya ABD ve İsrail başta olmak üzere 10 ülke “Hayır” oyu verdi. (Hatırda kalması için bu ülkeleri not edelim: Avusturya, Çekya, Guatemala, İsrail, Liberya, Mikronezya, Nauru, Papua Yeni Gine, Paraguay ve ABD.)
Bağlayıcılığı yok ancak Türkiye dahil 100 ülkenin imzaladığı karar tasarısına 23 ülkenin çekimser kaldığı dikkate alınırsa, 193 ülkeden, sadece 33 ülke fire vermiş oldu. Benzeri bir oylama, 27 Ekim’de yapılmış ve Gazze’de insani ateşkes talebine 121 ülke kabul oyu vermişti.
BM Genel Kurulu’nun bu kararından birkaç saat sonra ABD Başkanı, İsrail’e bir çağrıda bulundu ve Netanyahu’ya, uluslararası kamuoyunun desteğini hızla kaybettiğini bildirdi. Gerçi bu konuşmasına “Ben Siyonistim!” diye başladı, “İsrail ABD’nin desteğine güvenmeye devam edebilir” dedi, Avrupa Birliği’nin ve bir çok ülkenin İsrail’den yana olduğunu öne sürdü ama Biden bu tür konuşmalarda önem taşıyan bir kelimeyi de kullandı: “Fakat…”
Diplomaside “fakat” ve “ama” bağlacının yer aldığı cümledir asıl mesajı taşıyan. Nitekim 27 Ekim’den bu yana dünyanın şahit olduğu, İsrail’e artık “Dur!” denmesi gerektiğini ifade eden protesto gösterilerinin yaygınlaşması, Biden’a da İsrail’e destek ifadelerine bir nokta değilse bile virgül koyması gerektiğini hatırlatmış olmalı ki, ABD İsrail’e bir şekilde “Dur!” demiş oldu. Biden “İsrail’in hedef gözetmeksizin bombalamasına ulusların desteği azalıyor” demekle, gerçekte, ABD’nin askeri söylemde “collateral damage” (sivil zayiat) diye ifade edilen duygusuz ifadenin, gerçekte 8 bini bebek ve çocuk, 18 bin ölü, 20 bin yaralı ve 7 bin kayıp Filistinli olduğunu anladığını gösteriyor. Bu “sivil zayiat” hesabının başta ABD ve İngiltere ile onların peşine takılan öteki ülkelere sorulacağı çok açıktır.
Ancak bir tarafta da İsrail’i bu katliama sevk eden teori var. Sözde düşünce kuruluşlarından (örneğin Washington’daki Demokrasileri Savunma Vakfı) gelen yorum ve makaleler dikkatle okunduğunda, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te nispeten denetim altına alınan “Filistin terörü” denen, gerçekte 76 yıllık işgal ve toprak çalma siyasetine tepkiden ibaret olan adalet mücadelesini önlemenin tek yolu olarak, Gazze’nin de “sınırsızlaştırılması” ve bu 360 kilometre karelik alanın da İsrail’e ilhak edilmesi, hala ve ısrarla öneriliyor. İsrail’in 7 Ekim baskınını vesile yaparak uygulamaya soktuğu ve ABD, İngiltere Almanya’nın gözleri önünde sürdürdüğü “sivil zayiat” gerçekte bu plandır. Böylece ortada ikiye bölünmüş bir Filistin değil, içinde Filistinlilere yerel özerklik sağlanan mahalleler ve kasabalar bulunan bir İsrail kalacaktır.
Türkiye ve bir çok ülke, sınırları kesin hatlarla belirlenmemiş bir İsrail fikrinin uygulanmasının imkansız olduğunu 1947’de görmüştü. 1917’den sonra 30 yıl boyunca Yahudi Ajansı ve İsrail Topraklarındaki Ulusal Askeri Teşkilat (Irgun) isimli terör örgütleri ve aradan geçen 76 yılda bu örgütlerin yerini alan İsrail devleti, Filistin’i Filistinlilerden arındırma siyasetini. ABD’nin ve İngiltere’nin desteği ile uyguladı.
Biden, şimdi elini yıkayıp kenara çekilebileceğini sanıyor.