Top döndü, dolaştı, taktik, teknik beklentiler derken… Diplomatik setlere taştı… Spor ile siyasetin, diplomasinin birbirine girdiği gecede en büyük darbeyi bence Suudi Arabistan kendi kalesine attığı golle indirdi.
On milyonlarca ikramiye, uçak yolculukları, konaklama giderleri… Hepsinden vazgeçer kendi giderlerimizi de öderiz.
Suudi Arabistan, yaşanan evrensel sorunlara rağmen hak ettiği saygıyı her zaman gördü. Hele 2012 Olimpiyat Oyunları’na kadın sporcuların katılması gibi tarihi bir karar ve uygulama hayata geçtiğinde o saygıya sempati de eklendi.
Peki, acaba saygı gördük mü? Kuşkuluyum.
Suudi yetkililer, ille de kendi anlayış ve kurallarını dayattılar. Süper Kupa gecesine anormal bir baskı ile yaklaşıp kendi güç ve otoritelerini öne çıkarmak isterken… Ne mutlu o başkanlara ki sahada ve tribünlerde müzik dahil her türlü etkinliğe karşı baskılara direnmeleri ve duruşlarıyla ev sahiplerini durdurdular.
Fakat o da ne? Tuhaf iddialar var. Soyunma odalarında polis gözetimi. Görevli nöbetçi polisler futbolcuların üzerini arayarak, oynamalarında sakınca görmedikleri takdirde sahaya çıkmalarına izin vereceklermiş. Sporun hangi dalında müsabaka alanına polis kontroluyla çıkılıyor. Nazi Almanyası’nda görülmemiş tutumu “din kardeşleri”nin sergilemesi oldukça garip. Dramatik. Saygısızca.
Suudi yetkililer, iki takımın Atatürk resimli formalarla sahaya çıkıp ısınmaları bilgisini, YURTTA SULH CİHANDA SULH yazılı barışa çağrı pankartıyla dünyaya seslenme isteklerini anlayamadılar. Buna izin vermeyeceklerini açıkladılar. Sonra bizi kendi halimize bırakıp çekildiler.
Spor Bakanı Osman Aşkın Bak, TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi, Fenerbahçe Başkanı Ali Koç ve Galatasaray Başkanı Dursun Özbek, onurlu bir duruşla OYNAMIYORUZ dediler.
Yine de teşekkür borcumuz var Suudi dostlara. Futbolun zehirli rekabetiyle birbirine diş gıcırdatan iki camia, onların münasebetsizliği sayesinde barıştı ve tek ses oldu. O barış ve dayanışma duygusu tüm kulüplerimiz tarafından içtenlikle kabul gördü.
İşte size Süper Barış… Kupa’nın lafı mı olur artık!